Anadolu Ülkesinde Bir Gönül Eri
Yunus Emre

 

Bilal  Aksoy        

28 Kasım 2015/Ankara      

 

   

  Hacı Bekdaş-ı Veli’nin Velayetnamesinde Yunus Emre’nin Sivrihisar’ın Sarıgöl köyünde doğduğu belirtilmektedir. Asıl adı İsmail olan Yunus’un doğum tarihinin 1240 (H.638) yılı olduğu mevcut kaynaklarca kabul edilmektedir. Asıl adının İsmail olduğunu kendisinden öğrenmekteyiz. Yunus, Divan’ının 954 no’lu beytinde  “Şimdi adım Yunus’durur ol demde İsmail idi” diye belirtmektedir. Bir arayış içinde olmaktan dolayı denizlerin o sevimli canlısının adı kullanılmıştır. İbrani ve semitik halkların bilinen en eski peygamberlerinden biri de Yunus adını taşıyordu. Yunus, Taptuk Emre ile tanışıp erenliğe ulaştıktan sonra Emre diye de ünlenmiştir. Derviş Yunus doğarken  Selçuklu Devleti  radikal Baba ve Dervişlere karşı bir kıyım harekâtı uyguluyordu. Bu cümleden olarak direnen Babaların önderlerinden Baba İlyas ve Baba İshak öldürüldüler. Yunus, üç yaşındayken Moğollar Anadolu ülkesinin iç kesimlerine dek saldırdılar (1243). Mevlana Celaleddin-i Rumi öldüğünde (1273) Yunus Emre namı diğer Derviş Yunus 32 yaşındaydı. Dersim coğrafyasındaki  Kureyşan  aşiretinin önder velilerinden Seyyid Mahmud-i Hayrani öldüğünde (1270) ise Yunus 29 yaşındaydı. Yunus Emre, 1320’de vefat etmiştir. 

     Yunus Emre, Taptuk Emre’nin müridiydi. Taptuk Emre de memleketi Dersim(günümüzde Tunceli) yöresi olan Sarı Saltık’ın müridiydi. Sarı Saltuk ya da Saru Saltuk diye de aktarılan mutasavvıf kimse, Seyyid Hüseyin’in torunudur. Yunus’un divanındaki 902 nolu beyt bu görüşe açıklık getirmektedir:  “ Yunus’a Taptuk’tan oldu hem Barak’tan Saltuk’a/ Cûş kıldı çünki bû sır ben nice pinhâh olam.” Bugün dahi Sarı Saltıklı oymağı ya da aşireti Tunceli’nin Hozat ilçesi başta olmak üzere bu yörelerde yaygın olarak ikâmet etmektedirler. Sarı Saltık,  Tunceli yöresindeki Kureyşan aşiretinin velisi Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin deyim uygunsa halifesiydi. Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin türbesi Konya’nın Akşehir ilçesindedir. Osmanlı Devleti’nin ilk kadısı olan Hızır Bey, Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin evlatlarındandır. İstanbul’un Kadıköy ilçesinin adı Hızır Bey’in bu semtteki ikâmetinden dolayı ifade edilmiştir. “Hacı Bekdaş-ı Veli Velayetnamesi”nde Hacı Bekdaş ile Yunus Emre’nin görüştüğü aktarılmaktadır. Zeki Velidi Togan, “Umumi Türk Tarihine Giriş” (İstanbul, 1981) adlı eserinin 271. sayfasında Barak Baba’nın şii (aslında doğrusu Alevi BA) olduğunu belirtmektedir. Eskişehir’in Seyitgazi ilçesine adını veren  bir diğer adı da Battal Gazi olan bir Batıni dedesi idi. Battal Gazi, kimilerinin iddialarının aksine Emevi komutanı değildir. Emevilerce azad edilmiş Arap ve Müslüman asıllı olmayan, fakat Müslümanlaştırılan ve bu nedenle Abdullah adını taşıyan bir şahsiyetti. Yunus Emre’nin de bu yörelerde yaşaması aradaki tasavvufi rabıtayı akla getirmektedir. Bu yörelerin halkından olup kendileriyle Ankara’da görüştüğüm  bir kısım kimseler, kendilerinin bugünkü Tunceli yöresinden geldiklerini ve oraya da İran Horasanı’ndan intikal ettiklerini tarafıma aktarmışlardı.

     Yunus, 1308’de (H. 707)  “Risaletü’n-Nushiyye” adlı eserini yazmıştır. Mevcut kaynakların önemli bir kısmı Derviş Yunus’un Arapça ve Farsçayı bildiğine dair aktarımlarda bulunmaktadırlar. Yunus Emre, bilgi birikiminin yanı sıra, bir kısım yöreleri de gezmişti. Sıvas, Erzincan, Dersim, Erzurum, Konya  ile Şam ülkesi bunlar arasındaydı. Yunus’un bu yörelerdeki mutasavvıflarla ilişkileri vardı. Özellikle Dersim yöresinde Ene’l-Hak inancıyla bağlantılı olan Ehl-i Hak  mensuplarıyla düşünceleri genel olarak örtüşüyordu.

     Bektaşilik tarikatına dayalı olan Osmanlı devlet sistemi kurumsallaşmayla birlikte giderek bu inancın tutuculaştırılmasına yol açmıştır. Zamanla bu kurumsallaşmanın içinde yer almayan tarikat yoldaşlarına karşı baskıcı tutumlar içine girmişlerdir. Bu nedenle, Şeyhülislam Ebu Suud, tekkelerde Yunus Emre’nin ilahilerini terennüm eden mutasavvıflar hakkında idam  fetvası vermiştir. Buna göre,  söz gelimi, Yunus’un  “Cennet Cennet dedikleri /Bir ev ile birkaç huri/İsteyene ver sen anı/Bana seni gerek seni” ifadelerinde Cenneti kötüleme amacı taşıdığına binaen bu  dizeleri terennüm eden zevatın en ağır ceza ile cezalandırılmaları istenmekte idi. Şeyhülislam Ebu Suud, şu iddiada bulunuyordu : “Şikâyete konu olan davranışlar ve sözler şeriat dışı olduğu gibi, cennet hakkında söyledikleri çirkin sözler, küfürdür ve o kimselerin katli vaciptir.”  Bu fetva için bkz. İstanbul Millet Kütüphanesi , Şer’iyye nr.80’de kayıtlı Fetava-yi  Ebusuud adlı kaynak 217a ve 217b.  Bu bağlamda, 1561 yılında Ebu Suud’un fetvasına dayanılarak Melami-Bayrami şeyhi olan Hamza Bali idam edildi.

     Ayrıca, aynı çevreler Yunus’un  “Ete kemiğe büründüm/Yunus diye göründüm” dizelerinde et ve kemik dışında bir Tanrısallık niyeti beyan edildiğini iddia etmektedirler. Bu ve benzeri  beyanların da suç sayılması gerektiği açıklanmıştır.  1991 yılında Unesco,  Yunus Emre’nin doğumunun 750. Yılı (d.1240) dolayısıyla Yunus Emre’yi  anmıştır.

     Yunus Emre,  “Kapıda Kaldı Şeriat” başlıklı şiirinde : “Aşk imamdır bize, gönül cemaat/Kıblemiz dost yüzü, daimdir salat/ Dost yüzün göricek, şirk yağmalandı/Anınçün kapıda kaldı şeriat” demektedir. Yine  Yunus , tıpkı Hallac-ı Mansûr gibi “Ene’l-Hak (Tanrı benim)” inancına özgü dizeler de kaleme almıştır.  Hallac-ı Mansûr’la görüş birliğinde olduğu şu dizelerinden anlaşılmaktadır:  “Ezelde benim fikrim Ene’l-Hak idi zikrim/Henüz dahı doğmadan ol Mansûr-i Bağdadî.”   “Bizim meclis mestlerinin demleri Ene’l-Hak olur/Bin Hallac-ı Mansûr gibi onun kemin divanesi.”  “Abdürrezzak ol derviş yoldaş edindi beni/Hallâc-ı Mansur ile dâra çekilen benim.”  “Ol Hâllac-ı Mansûr ile söyler idim Ene’l-Hakk’ı” ; “Mansur aydır Ene’l-Hak der  sûretin oda yak/ Deyniz dâra gelsinler ben dârı kurageldim.” “Derviş Ene’l-Hak derse n’ola  aceb mi/Hep varlık Hakk’ındır alâ külli hâl.” “Yunus’a kadeh sunan Ene’l-Hak demin vuran/Bir cür’a sundu bana içtim ayılamazam.” “Ol Sahibi Kur’an Benem”  başlıklı şiirinde ise :  “Hem batınem, hem zahirem, hem evvelem, hem ahirem/Bu cümlesini yaratıp, tertip eden Yezdan benem/ Yoktur anda tercüman, andaki iş bana ayan/ Bin bir adı vardır Yunus, ol sahib-i Kur’an benem” demektedir.

      “Âşık  Kişi”yi konu edinen şiirinin ilk beytinde:  “ Din ü millet sorarısan âşıklara din ne hâcet/  Âşık kişi harâb olur harab bilmez din diyânet.” İfadelerini kullanmaktadır.  “Yetmiş İki Millet” i hak bilen şiirinde : “ Ne rüku vardır, ne sücut; ne kıble vardır, ne mescit/Daima ol dostla becit olur münacatımız” beyti bulunmaktadır.  Bir başka dizesinde ise “Ne puta haça taparım ne din ü iman tutaram” demektedir. Gösteriş olsun diye hacca giden ve namaza duranları da kınamaktadır  : “Bin kez hacca vardın ise bin kez gazâ kıldın ise/ Bir kez gönül kırdın ise  gerekse var yollar doku;  Gönül mü yeğ  Kâ’be mi yeğ ayıt bana aklı eren/Gönül yeğdürür zira kim gönüldedir dost durağı.” Bir diğer şiirinde : “Oruç namaz zekât hac cürmü cinayetdürür/Fakıyr bundan âzâddır hass’ül havâs içinde.” Derken yine bir diğer şiirinde benzer ifadeleri kullanmaktadır: “Oruç namaz gusül hac hicaptır âşıklara/ Âşık ondan münezzeh hâlis heves içinde.” Onun bu dizeleri başına iş açıyordu. Nitekim, bazı çevreler namaz kılmıyor diye aleyhinde kampanya sürdürüyorlardı. Yunus bu duruma şu karşılığı veriyordu : “ Bana namaz kılmaz deme ben bilirim namazımı/ Kılar isem kılmaz isem  ol Hak bilir niyâzımı.”  Yunus’a yapılan bu suçlamalar giderek ölümle tehdide kadar varıyor. Onun şu dizeleri bu yöndeki  görüşümüzü doğrulamaktadır:  “ Yunus kim öldürür seni veren alır yine canı/ Yarın göresin sen onu er nazarında gitmegil.”

     Yunus, Evrende varlıkların birliği ilkesini de esas almaktaydı : “Mana denizine daldık, vücut seyrini kıldık/İki cihan serteser, cümle vücutta bulduk/Gece ile gündüzü, gökte yedi yıldızı/Levhte yazılan sözü, cümle vücutta bulduk.” Gönül kırıcılığını da onaylamayan Yunus : “Bir kez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil/Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil” diyerek  yer kürenin üzerindeki tüm halklara olan saygısını dile getirmektedir.  Belli ki, şiirlerini yazarken bir çekincesi de bulunmaktadır. Molla Kasım denilen şahıs Yunus’un tüm dinleri hak sayan, evrensel değerleri esas alan ve bağnazlığı eleştiren  şiirlerini engelliyordu. Bu durumu “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir”  dizeleriyle aktarmaktadır. Yakın zamanın bir kısım ‘şair’leri ne akla hizmetse  Molla Kasım’ı adalet timsali olarak görmekteydiler.

      Din adamı kisvesine bürünenleri alabildiğine tenkit eden sözleri bulunmaktadır: “ Dervişlik dedikleri  hırka ile taç değil/ Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.”  “ Şeriat oğlanları nice yol ede bize/Hakiykat deryasında bahrı oldum yüzerim.” “ Duruş kazan ye yedir bir gönül ele getir/ Yüz Kâbe’den yeğrektir bir gönül ziyareti.” Haksızlığın her türüne karşı çıkan Yunus, din adamı kisvesine bürünenlerin riyakârlığını eleştirmektedir. Onları Tanrı ile insan arasına giren engel güçler olarak görmektedir: “Müslümanlar zemâne yatlı oldu/Helâl yenmez haram kıymetli oldu//Harâm ile hamir tuttu cihânı/Fesâd işler eden hürmetli oldu// Peygamber yerine geçen hocalar/Bu halkın başına zahmetli oldu.”  “Okursun tasrif kitap nice binâ vu i’râb/Havf u recâ sende yok öyle kim bir Tatarsın// İlim okumaktan gerek kend’ özünü bilmektir/Kend’ özünü bilmezsen bir hayvandan betersin// Kılarsın riyâ namaz yazığın çok hayrın az/ Dinle neye varır söz cehennemden bitersin// Halka fetvâ verirsin ne için sen tutmazsın/ İhlâs ile gelirsen bizden nesne utarsın// Sen fakıhsin ben fakıyr sana hiç tanımız yok/ İlmin var amelin yok günahlara batarsın.”  “Bin kez hacca vardın ise bin kez gazâ kıldın ise/ Bir kez gönül kırdın ise gerekse var yollar doku// Gönül mü yeğ Kâ’be mi yeğ ayıt bana aklı eren/ Gönül yeğdürür zira kim gönüldedir dost durağı.”

     Yunus’un türkü halinde icra edilen şiirleri de bulunmaktadır.  “Bir kararda durmayalım gel gidelim dosta gönül” denilerek  biraz da değiştirilerek icra edilen bu şiirin ilk ve son beyitleri şu şekildedir:  “Bir nazarda kalmayalım gel dosta gidelim gönül/Hasret ile ölmeyelim gel dosta gidelim gönül// Gerçek erene varalım Hakk’ın haberin alalım/ Yunus Emre’yi bulalım gel dosta gidelim gönül.”

       Yunus’un panteist felsefesini  şu dizesi kısaca ifade etmektedir:  “ Her nereye baktım ise hep görünendir cümle Hak.”  Hiç kuşkusuz bu dize Pir Sultan Abdal’ın  “Her kande baktımsa ben onu gördüm” dizesiyle bir bütünlük sağlamaktadır. Egemen dinsel anlayışı da eleştiren Yunus tasavvuf felsefesini bu çevrelerin anlayamadığını dile getirmektedir : “ Bu dervişlik beratın okumadı müftiler/ Onlar ne bilsin onu bu bir gizli varaktır.”  Yunus, insan odaklı olmayan şeriat hükümlerinin geçersiz olduğu fikrindedir. Yunus’a göre, Tanrı özü ve Tanrı sözü insanın zihnindedir; tinsel açıdan insanın özünü insanın zihni oluşturmaktadır. Bu nedenle,  “dervişin fikri neyse zikri de odur” denmiştir.  Bu aslında, egemen tutucu anlayış mensuplarınca  dervişlerle alay maksadıyla söylenmiştir. Öte yandan,  farkında olmadan bir gerçekliği de ifade etmişlerdir. Yani, dervişler münafık  değil, içi dışı bir insanlardır. Riya ve yalan; iki yüzlü sahtekârlıklar dervişlerden uzak bir anlayıştır. Yunus’un şiirlerinde genellikle kullandığı terminoloji tasavvuf felsefesine istinat etmektedir. Yunus; namaz, oruç, hac ve zekâtı  ibadetin yalnızca zahiri kısmı olarak telakki etmiştir. Ona göre ibadet; doğru ve dürüst yaşamak, haksızlık ve hırsızlık etmemek, yalan söylememek, iki yüzlü olmamak, nefse egemen olmak  ve bunlar gibi olmayı esas almaktır.

     İrene Melikof,  “Yunus Emre ile Hacı Bektaş” adlı makalesinde Yunus Emre’nin şiirlerinde adı geçen Geyikli Baba’nın Baba İlyas’ın müridi olduğunu ve dolayısıyla Yunus Emre’nin de bu ortama mensup olduğunu  belirtmektedir. Melikof, bu makalesinde Yeniçerilerin de “Hacı Bektaş Oğulları” diye bilindiklerini aktarmaktadır. Yine Melikof’a göre, Hacı Bekdaş,  yaşadığı sürece o kadar önemli bir kişi değildi; o çağın ünlü tasavvuf şairlerinden Aşık Paşa da Hacı Bekdaş’tan hiç bahsetmemiştir.

     İlk gençlik yıllarının zahiri ibadeti esas alan birkaç şiirinden sonra Taptuk Emre’nin müridi olduktan sonra yol ve yön değiştirdiğini belirlediğim Yunus,  erenler yoluna girmekle olgunlaştığını, bir diğer ifadeyle “insan-ı kâmil” olduğunu  şiirlerinde açıkça ifade etmektedir. Şiirlerinden çıkardığımız sonuca göre, Yunus panteisttir, batınidir, “Ene’l-Hak”çıdır ve her şeyden önce de çağının en büyük hümanistlerinin önde gelenlerindendir.  Bu nedenle, Anadolu ülkesinin  bu gönül erini, “yetmiş iki milleti hak bilen” bu hümanist mutasavvıf halk ozanını bu dünyadan saygıyla selamlıyorum.