Eşitlik Üzerine

            Antik Çağdan bu yana eşitlik üzerine, insanların eşit olanaklardan yararlanması üzerine çok sözler söylendi, yazıldı, çizildi. Oysa, sonuç nedir? Tüm bunlara karşın ne ölçüde başarı sağlanmış, yol alınmıştır? Öncelikle eşitlik anlayışlarındaki farklılığı belirlemek yararlı olur kanısındayım. Nedir, bu denli üzerinde durulan, yüzyıllar boyu uğrunda kanlar dökülen şey? Tanımlar birbirini izlemiş; kavramsal tanımlamalar uygulamayla bir türlü özdeş kılınamamış; sürüp gelmiş bugüne dek: aynı sorun, aynı tartışma..

         Kimileri kaba eşitliğin toplumda hiç bir zaman sağlanamayacağını; kimileri de kaba bir anlamda “iki gömleğin varsa birini başkasına ver” düşüncesinden yola çıkmışlar, eşitliği hep bu açıdan ifade etmişlerdir.Evet, eşitlik…Üzerinde bunca durulan, kimi zaman gizemsel niteliğe bürünen, kiminde de içten gelen bir tutku gibi kişinin benliğini sarmalayan, ama her defasında somut bir isteme dönüşebilen bir arzu. Kuşaktan kuşağa, çağdan çağa yol bulup kendini dayatıveren…

          Doğan her insan yavrusunun, gözleri açılır açılmaz çevreyi tanımasıyla birlikte, zamanla farklılığı görüp anlaması,  nedenlere yönelmesi, düşüncesini oluşturan en temel etkendir. Tarihin her döneminde insanoğlunu doğanın nimetlerinden eşit olarak yararlandırma girişimleri geleneksel güçlerin farklı türden tepkilerine yol açmıştır.

          Tüm sıralanan eşitlik istemleri gibi fırsat eşitliği de ancak insanların aynı olanaklara sahip olmasıyla olasıdır. İnsanlar ne ölçüde eşit olanaklara kavuşur sorusu da bir tartışmayı gerekli kılmaktadır. Bu açıdan fırsat eşitliği tek başına açıklandığında soyut birtakım savlardan öteye gidemez. Bir toplumda bireylerin yasalar önündeki eşitliğinin pekişmesi, toplumsal gelişmeye de güç katar. Toplumun uyumlu gelişmesi, seviyeli ve uygar bir tarzda ilerlemesi, sevindirici sonuçlara yol açar.

          O nedenle rüşvet, adam kayırma ve soygun gibi yasal olmayan yollardan köşeyi dönmek isteyenlere karşı toplum olarak duyarlı olunmalıdır. Çünkü, böylelerinin yasal olmayan imtiyazları gün ışığına çıkmayınca; bu kez sade vatandaş karşısında daha güçlü olduklarının izlenimini bırakırlar. “Dayısı olan”, “sırtı kuvvetli olan” imajının bırakılması hep bu yüzdendir. Böylelerinin karşısında sade vatandaşa düşen görev, yasal olmayan kazanç sahiplerine karşı duyarlı bulunmaktır. Yoksa, terazinin kefesi, erdemli insanlardan yana değil de kötü niyetlilerden, rüşvetçilerden yana ağır basarsa manevi açıdan da bir yıkım olur.

Bilal  Aksoy           

14 Eylül 1983/Antalya