Anadolu’da Yer Adlarının Kökeni

 

 

 

 

 

ANADOLU’DA YER ADLARININ KÖKENİ – I

 

 

 

DİCLE

   Diyarbakır’ın bir ilçesi ve bu yöreden geçen büyük bir ırmağın adı. Dicle kasabasının adını Dicle Nehri’nden aldığı anlaşılmaktadır. Bugünkü Dicle Nehri, Sumerlilerde İdikna, Akkadlarda İdiklat adını taşıyordu. Sumercede id sözcüğü ‘ırmak’ karşılığında idi. Sözgelimi, Sumerliler Fırat Nehri’ne İd-arad (Arad Nehri) adını vermişlerdi. Arad sözcüğünün, -kimi yöre halklarınca araz/aras olarak da ifade edildiğinden- bugünkü Aras Nehri’ne de adını verdiğini sanıyorum. Asur kralı  Tiglat-Plasar’ın adının, Dicle Nehri’nin Akkadca karşılığı olan İdiklat adından kaynaklanmış olması olasıdır. Eski Süryanice kaynaklarda tiglat sözcüğü ‘ok’ karşılığında belirtilmektedir. İlkçağın ünlü tarihçi ve coğrafyacısı ve Hz. İsa’nın çağdaşı Strabon’a göre Medce tigra (ok) sözcüğü bu nehrin adının dayanağıdır. Sözkonusu ırmak, sonraları Hellenler döneminde Tigris olarak ifade edilmiştir. Sumerlerin bu nehir için kullandıkları İdigna adını çözümleyecek olursak, id (ırmak, nehir), dig/dik (yüksek, kıyı) sözcüklerinden dolayı, ‘yüksek kıyılı ırmak’ anlamı ortaya çıkmaktadır. Akkad, Asur ve Babillilerin Tigris, Ermeniler’in Dklat, Araplar’ın Dicla dedikleri bu nehre Kürtler ve Türklerce de Dicle denmiştir. Öte yandan, bu nehir için kullanılan Tegris adındaki teg sözcüğü Ermenicede ‘ok, mızrak, zıpkın’ karşılığındadır. Ermenicedeki bu ve bunun gibi birçok sözcük Eski Kuzeybatı İran Dilleriyle bağlantılıdır. Ermeni adlarından Dikran da bu kök anlamından kaynaklanmış olabilir. Bu bağlamda Diyarbakır’ın Silvan ilçesinin yakınlarında İlkçağda Tigranokerta adlı kasaba yer alıyordu. Tigra söyleminde Araplarca t/d, g/c, ve r/l değişimleri ya da dönüşümleri gerçekleştirilmiştir (Tigra > Dicla). Dicle (<Dicla) adının böylelikle belirdiği anlaşılmaktadır.

 

 

FIRAT

   Mezopotamya’nın iki büyük ırmağından biri. Ayrıca, Malatya merkeze bağlı bir köyün adı. Fırat Irmağı, Küçük Asya’nın doğusundan kaynaklanmaktadır ve uzunca bir yer işgal etmektedir. Sumerliler bu ırmağa id-Arad (Sumerce id: ırmak) derken; Akkadca ve Asuricede Purattu, İbranicede Perath ve Süryanicede Burat, Eski Farsçada Ufratu ve Orta Farsçada Frat denmiştir. Arapçada al-Furat olarak yer alırken, ünlü Yunan tarihçisi Heredot Eufrates adıyla bu ırmaktan söz etmektedir. Sürynice burat sözcüğü ‘sel’ karşılığında ifade ediliyordu. Bu ırmağın tarih boyunca taşarak sel baskınlarına neden olduğu bilinmektedir. Nuh Tufanı olayı de bu ırmağın taşmasından kaynaklanmıştır. Bkz. Bilal Aksoy, Çağdaş Bilimlerin Işığında Nuh’un Gemisi ve Tufan, 1987, Ankara. Bazı kaynaklar Sumerlilerin bu ırmağa Bu-ra-nu-nu adını da verdiklerini belirtmektedirler. Bu sözün aslının Bura-nun olduğu da benimsenmektedir. Buna göre, Sumerce bura ‘su kabı’, -nun (büyük) ifadelerine dayanılarak -Fırat Nehri’nin kimi yerlerde çok derin vadilerden geçmesine dayalı olarak- bu ad verilmiş olabilir. Bu adın, Bura (nehir), nuna (büyük) biçimi de kimi etimologlarca benimsenmektedir. Diğer yanlarda Sumercede buru sözcüğü ‘kaynak, akarsu’ olarak da benimsenmiştir. Bir başka açıdan, Sumer mitolojisinde Hu-bur, Cehennem (Soğdcada tamu) de bir ırmak idi. Tamu sözcüğü, eski Türk lehçelerine geçmişti. Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünde aynı sözcük yer almaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Sumerce bur sözcüğü ‘akarsu’, ‘nehir’ karşılığında idi. Bu bağlamda, Sumerliler Mezopotamya’ya BUR.BUR.Kİ; Babilliler Fırat Nehrine Nâru Purattu diyorlardı. Asurlular ve Akkadlılar da adı geçen nehir için aynı ifadeyi kullanmışlar. Hititçe nâr ve Akkadca nâru sözcükleri ‘nehir’ demekti. F. Hommel ise, Purattu adının eski biçiminin Purantu olduğu kanısındadır. Bkz. F. Hommel, Ethnologic und Geographie des Alten Orients, 1926, s.263. Purantu ya da purattu adı Asurcada ‘çok geniş’ karşılığındadır. Fırat’ın geniş bir mecraya sahip oluşu böyle bir adlandırmaya neden olmuştur. Bir olasılıkla, Akkadcadaki pura ön eki ile Kürtçedeki fere (geniş) sözcüğü arasında köken birliği olabilir. Çivi yazılı kitabelerin çözülmesiyle birlikte, Elamcada Fırat Nehri için Upratu ve Eski Farsçada hu ön eki ‘alabildiğine, çok’ karşılığında fra ise ‘geniş’ olarak biliniyordu. Bu takdirde, Hufratu adı ‘alabildiğine, geniş’ karşılığında kullanılmıştı. Kürtçede dahi fere (geniş) sözcüğüyle karşılaştığımızı yukarıda da belirtmiştim. Ünlü arkeolog Rawlinson ise Pehlevicede de Fırat biçiminde yer eden Urfatu adındaki U ön ekini Grekçedeki eu (iyi) sözcüğüyle birleştirerek ‘iyi geçitli ırmak’ olarak açıklamaktadır. Kürtçedeki bır (geçit, akarsu geçidi) sözcüğü bu bağlamda ilişkiye açıktır. İlk çağın ünlü Yahudi yazarlarından Flavius Josephus (İS. 37-95) bu ırmak için kullanılan İbranicedeki pârad (yayılmak, dağılmak) sözcüğüne bağlayıp, ‘yayılmış ırmak’ olarak karşılamaktadır. Süryanicede bu ırmak karşılığında kullanılmış olan Burat adının anlamı farklıdır. Süryanice Burat (sel) sözcüğü diğer Semitik Dillerden – Arapçada bir (kuyu) sözcükleriyle aynı kökene dayanmış olabilir. Keltçede bior, Sanskritçede var, vari sözcükleri ‘nehir’ demektir. Farsçada ve Kürtçede baran (yağmur) sözcüğünü de bu açıdan analiz edebiliriz. Asurlular bir ara bu ırmağa napişti mâti (=vatanın ruhu) demişlerdi. Öte yanda, Herzfeld adlı doğu bilimciye bakılırsa Purattu sözcüğünün Sumerce id (ırmak) ­-arad (Arad Irmağı) sözcükleriyle ilişkili olduğu söylenebilir. Eski İranlıların Fırat Irmağı’nı Hufratav olarak adlandırmaları dikkati çekmektedir. Bartholomae de buna değinmektedir. Eski İranlıların hu ön eki ‘iyi, güzel’ anlamındadır. Bu sözcüğün Yunanlılara eu-fretes olarak geçtiği ve Yunanca eu- ön ekinin de ‘iyi, güzel, kutsal’ demek olduğu belirtilmektedir. Oysa, bir olasılıkla, bu ön ek av (su) karşılığında ifade edilmiştir. Daha önce irdelediğimiz su ile ilgili yer adlarında geçen eb/ev/efli yerlerin de bu bağlamda ele alındığı bir gerçektir. Fra, bra, ara, ar ön ekleri de ‘su’yu, ‘akarsu’yu ya da ‘su’ ile ilgili sözcükleri içermektedir. Eski Farsçadaki Hufratav adındaki -av son eki günümüz Kürtçesinde de ‘su’ karşılığındadır. Önceki bir kısım yer adlarında olduğu gibi, her halk daha önce belli bir anlamı olan sözcüğe ya da yer adına kendi dillerinde de yine aynı anlama gelen sözcükleri eklemişlerdir. Frat adında da bunu açıkça belirtmekteyim. Ara(d)/Fra(t) köklerine -su sözcüğünü karşılamışlar -av (su) sözcüğü eklenmiştir. Türkçedeki darağacı sözünde olduğu gibi Farsça/Kürtçe dar (ağaç), Türkçe ağaç sözcükleri birleştirilmiştir. Bununla birlikte Yunanca eu-frates adındaki eu ön eki kanımca ‘su’ karşılığında belirtilmiştir. O nedenle bu ön ekin kimilerinin sandığı gibi, ‘iyi, kutsal, güzel’ karşılığında olduğu söylenemez. Buradaki eu sözcüğünün günümüz Fransızcasındaki eau (su) olması da olasıdır. Ermeniler Fırat Irmağı’na Yeprat diyorlardı ve Suriye’nin Halep kentinde Yeprat adlı bir gazete yayımlamışlardı.

 

 

KIZILIRMAK

   Anadolu’nun en uzun ırmağıdır. Bizanslılar döneminde bu nehrin adı Yunanca Halys (tuzlu) olarak anılıyordu. Kızılırmak’ın kırmızıya çalar bir rengi bulunduğundan dolayı Hititler döneminde bu nehre nâr (nehir), dır (kırmızı, kızıl) sözcükleriyle karşılaşmaktayım. Günümüzde kullanılan Kızılırmak adı, Hititlerin dört bin yıl önce bu ırmağa kendi dillerinde nâr Dır (Kızıl ırmak) demelerine dayanmaktadır. Hititçedeki nâr (nehir, ırmak) sözcüğünden Akkadcada nahru ve Arapçada nahr/nehr biçimleriyle günümüzdeki nehir sözcüğüne ulaşılmıştır. Buna karşılık r/l değişimi sonucu Kürtçede nahal (dere) biçimiyle bir bağlantının olduğunu sanıyorum. Hititçe dır (kızıl, kırmızı) sözcüğüyle Kürtçe sur/sor (kırmızı) sözcüğünün kökensel ortaklığa dayanma olasılığı bir yana yürek/kalp karşılığındaki Farsça dil ve Kürtçe dıl sözcükleri kalbin kırmızı rengine istinaden Hititçedeki dır (kırmızı) ile ilişkisi olabilir. Burada da r/l değişimi gerçekleşmiştir. Kızıl sözcüğü tıpkı al (kırmızı) gibi Eski Türklerde şahıs adları arasında Kızıl adıyla da karşılaşılır. Öte yanda kırmızı, Fes’in boyandığı Kermes köyünün adı nedeniyle Arapçada kermesî (Kermes köyüne özgü) şeklinde yerleşmiş, bu sözcük de günümüzdeki kırmızıya dönüşmüştür. Çünkü, Arapçada kırmızı karşılığında ‘ahmar’ sözcüğü ifade ediliyordu. Osmanlılar dönemindeki Hilal-i Ahmer (Kızıl Ay) teşkilatının adını bu açıdan örnekleyebiliriz. Sumercede su (kırmızı) Kürtçede sur (kırmızı) biçimini almıştır. Akkadcada sumu/samu ‘kırmızı’ karşılığında kullanılmıştır. Öte yanda Tunceli’nin Kızılkale adıyla da bilinen Dırban köyünün adındaki dır sözcüğü Hititçe dır (kırmızı, kızıl) sözcüğüne dayanmış olabilir. Her ne kadar Kürtçedeki dır (yarma) sözcüğüyle de izah edilmesi mümkünse de bu yönde bir olasılığı görmezden gelemeyiz. Nitekim, Dırban adı Kızılkale şekliyle de yaygın olarak kullanılmaktadır.

 

 

MURAT

   Fırat Irmağı ile birleşen büyük akarsulardan biri. Ermenilerce yaygın olarak Aradzani denilen ve tarihte Burattum, Arsanias, Eufrate Oriental (Doğu Fırat) gibi adlarla anılan Murat Suyu adının Osmanlı padişahi IV. Murad’ın adıyla ilişkilendirilmesi bir yana, sonraları yaptığım araştırma ve çözümlemeler sonucu, Fırat’ın yukarı ana kollarından biri olan Murat adının Subarca (Subarların Dili)’dan geldiği yönündedir. Bu belirlemeden bir süre sonra da Prof. Ungad’ın aynı sava dayanan görüşüyle karşılaşrım. Kanımca, Sumerlerin Arad, Akkadların Purattu, Babillerin Purat ve Süryanilerin Burat adları bugünkü Fırat ve Murat olarak vurgulanmış olmalıdır. Buna karşılık, kimi dillerde mur kök sözcüğü ‘su’ ile ilgilidir. Bu yörede Karasu adını taşıyan ırmak kolunun aslı Hellence Melas (kara) sözcüğü olsa gerektir.Hellenlerin Melas adlandırmaları, bir kısım uzak Asya topluluklarının -o arada Türkmenlerin- bu yörelere intikaliyle birlikte Karasu adıyla ifade edilmesine yol açmıştır. Bkz. Fırat md.

Munzur, Sayı:6 (2001/2).