Alp, Alper ve Alperen Adları Üzerine
Bilal Aksoy
24 Kasım 2018/Ankara
Bir kısım araştırmacılar alp adının Eski Türkçeden kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Bu çalışmamda alp sözcüğünün kökenini irdelerken alp sözcüğüyle ifade edilen Alper ve Alperen adlarının da karşılıklarını objektif temellere dayandırmaya çabalayacağım. Alp sözcüğü Eski Türkçede ve o arada Orhon yazıtlarında yer almakla birlikte çok eski tarihlerde Avrupa’nın kadim halklarınca kullanıldığı belirlemektedir. Avrupa’da boydan boya uzanan Alp Dağlarının adı bu eski kullanımdan günümüze intikal etmiştir. İlk Çağın kadim halklarından Keltlerin dilinde Alba adı, Alp Dağlarını ifade ediyordu. Bu konuda Avusturyalı Alman dil bilimci ve kütüphaneci Alfred Theophil Holder (1840-1916) tarafından eski Kelt dili üzerine yapılan sözlük çalışmasındaki bilgiler dikkatimizi çekmektedir. Holder, “Alt-Celtischer Sprachschaltz” adlı çalışmasında alp sözcüğüne ilişkin Keltce bağlantılara değinmektedir.1 Bir başka bilim adamı “Etymologysches Wörterbuch der deutschen Sprache” (Alman Dilinin Etimolojik Sözlüğü) kitabının yazarı Alman filolog ve tarihçi prof. Friedrich Kluge (1856-1926) ise, Almancadaki Keltçe sözcüklere dikkati çekmektedir. Bu veriler ışığında incelediğimizde, Galcede alp (dağ, yüksek) ve albaium (dağ kümesi) sözcüklerinin telaffuz edildiğini belirliyoruz. Orta Yüksek Almancada albe (yüksek dağlarda mer’a) sözcüğü bilinmektedir. Alp sözcüğünün Avrupa’da bir kısım halklarca ‘dağ’ karşılığında kullanılmasıyla günümüzde ‘dağcılık’ olarak bilinen spor dalı Alpinizm diye adlandırılmaktadır. Latince alpes, ‘alp dağları’nın adıdır. Keltcede albici, ‘dağ adamı’ demektir.2 İrlandaca ailp (yüksek dağ), Galce alp olarak bilinmektedir. Latincedeki alfes’in ise Keltce olması gerekir. Latince alba ve albium’un da aynı açıdan sorgulanması gerekmektedir.3 Latince Alpes/Alpium, ‘Alp Dağları’nı dile getirmektedir.4 Yine Latincede ‘beyaz’ karşılığındaki albus sözcüğü Alp Dağları gibi karlı dağlara istinaden telaffuz edilmiş olabilir. Latince Albion adı Britannia’yı ifade etmektedir.5 Keltlerin İlk Çağda Orta Avrupa’dan Britannia’ya göç ettikleri de bilinmektedir. İspanya’nın doğusunda Kastiya dağlarının kuzeyinde bir eyalet merkezi Alba de Tormes adını taşımaktadır.6 Keltlerin Britannia’nın yanı sıra, İtalia ve İspania’ya da göç ettikleri tarihi kaynaklarca teyit edilmiştir. İlk Çağ yazarlarından Ptolemaios, Plinius ve Strabon Gürcistan’ın doğusundan Hazar Denizi’ne kadar uzanan bölgeye Albania diyorlardı. Burası Kafkas Albaniası adıyla da biliniyordu. Çünkü, bu bölge de oldukça dağlıktır. Keltlerin ‘dağ’ karşılığında telaffuz ettikleri alb/alp sözcüğünün bu bölgeye de teşmil edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, İtalya’da Roma’nın güneydoğusunda volkanik Albano dağı bulunmaktadır. Bu dağın üzerindeki volkanik göl, Albano gölü diye bilinmektedir. Bu adlandırmaların da Keltlerden miras kalmış olduğu kanısındayım. ABD’de New York eyaletinde XVII. yüzyılın başlarında Hollandalılar tarafından yüksek tepeler üzerinde kurulan Albany kentini de bu açıdan unutmayalım. Bu bağlamda, Keltlerden miras kalan alb/alba (dağ) sözcüklerinin Hollandalılar tarafından Amerika’ya taşındığını söyleyebilirim. Kafkas Albaniasından farklı olarak asıl Albania bugünkü Arnavutluğun bir kısım Avrupa Dillerindeki karşılığıdır. Arnavutluk, kimi telaffuzlarda Albanie olarak da ifade edilmiştir. Arnautluk ülkesi halkına da Albanien denilmiştir. Özellikle İç Arnavutluk bölgesi oldukça dağlıktır. Eski Yunanlılar Arnavutlara Arbanites, Sırplar ise Arbanas dediler. Öyle anlaşılıyor ki, burada l/r dönüşümü gerçekleşmiştir. Kafkasya Albaniasında yaşayan halk, Alban olarak dile getiriliyordu. Ermeniler Avrupa Albaniası halkını Arnavud olarak telaffuz etmişlerdi. Osmanlılar da Arnavut demeyi tercih ettiler. Arapça, Farsça ve Osmanlıcayı iyi derecede kullanan; Dr. Abdullah Cevdet ve İbrahim Temo’nun dostu Alman Doğu bilimci Prof. Phil. Karl Süssheim (1878-1947), Avrupa Albaniası halkının Gegalar tarafından Arben diye telaffuz edildiklerini aktarmaktadır.7 Arnavutluk, yerli dilde Shqipni olarak anılmaktadır. O halde Albania adındaki –ia son eki Eski Yunanca ‘yer, yurt’ belirten son ek; Alba ise ‘dağ’ karşılığında ifade edilmiş olmalıdır. Bu açıdan, Albania adı, ‘dağlık ülke’ oluşu dile getirmektedir. Yüce dağların karlı oluşuna dayanılarak Avrupa Dillerinde kar ve dağ karşılığında aynı kökten kaynaklanan sözcükler kullanılmıştır. Latince albus (beyaz) sözcüğü nedeniyle, İlk Çağda Romalılarca üzerine duyuruların yazıldığı, beyaz alçıyla sıvanmış duvar panolarına album deniliyordu. Günümüzde kullandığımız albüm sözcüğü oradan kaynaklanmaktadır. Hayvanlarda ve insanlarda görülebilen koyu renk pigmentlerinin bulunmayışı albinismus olarak adlandırılmıştır. Latince kökenli bu sözcük de yine Latince albus (beyaz) sözcüğünden türetilmiştir. Aynı dilde albatus, ‘beyaz giysili kimse’yi belirtmektedir. Kuzeybatı İtalya’da bir kent ile Batı Romanya’da bir yerleşim yeri Alba adını taşımaktadır. İtalya’daki Alba Fucens, günümüzde Albe adıyla, Velino dağının eteklerinde kurulu bulunmaktadır. Filipinler’de Albay ili vardır. Burada Albay Körfezi de bulunmaktadır. Albay Körfezi’nin yakınlarında Mayon Yanardağı yükselmektedir. 2462 m olarak aktarılan bu volkanik dağın 1600’lerden bu yana meydana gelen volkanik patlamaları ve lav püskürtmeleri kayıtlara geçmiştir. 1984, 1993 ve en son olarak 2018’deki volkanik patlamalar ve lav püskürtmeleri birçok can kayıplarına yol açmıştır. Bana öyle geliyor ki, Albay adının kullanımı Mayon Dağı’nın varlığı nedeniyledir. Çünkü, 1573’de İspanyollar burayı keşfettiğinde bu yöre İbalon adıyla biliniyordu. Albay adının İspanyollar tarafından verilmiş olması mümkündür. İspanya’ya İlk Çağda önemli bir Kelt göçünün olduğu bu arada anımsanmalıdır. IX. yüzyılda Pict’lerle İskoçların birleşmesine dayalı Alba krallığı kurulmuştur. Orta İspanya’nın güneydoğusunda bir il, Albacete adını taşımaktadır. Albacete dağlık bir yörede bulunmaktadır. Güney Kanada’da bir eyalet Alberta adıyla bilinmektedir. Burada kayalık dağ zirveleri yer almaktadır. Buradaki geniş bir havzaya Alberta Havzası denilmektedir. Orta Romanya’nın batısında bir kent Alba Julia adıyla anılmaktadır. Alba Julia, Bükreş’in 270 km. kuzeybatısında yer almakta ve XVI.-XVII. yüzyıllarda Erdel Prensliğinin başkenti olmuştur. Alp sözcüğüyle bağlantılı olduğunu sandığım elf/elfin sözcüğü İngiliz şair Edmund Spencer (1552-1599) tarafından ‘şövalye’ karşılığında kullanılmıştır.8 Keltce alp (dağ) sözcüğü, zamanla yaygın olarak ‘ulu, yüce, büyük’ diye de ifade edilmiştir. Keltlerden alp sözcüğünü alan komşu halklar bu sözcüğü daha çok ikinci karşılıklarıyla dile getirmişlerdir. Bu bağlamda, Latince Alpin adı ‘yüce’ oluşu belirtmektedir. Eski Almanlardan bu yana kullanılan ve Batı’da yaygın olan Albert adı, ‘üstün zekâ sahibi’ olanları dile getirmektedir. Latinlerde yine şahıs adlarından olan Alban adı ‘günün şafağı”na karşılıktır. Latince albor da ‘şafak, tan’ demektir. Genellikle, Eski Almanların kullandığı Alber adı ‘parlak zekâlı’ oluşu vurgulamaktadır. Zamanla alp sözcüğü, bir kısım Asya kavimlerinde ‘savaşçı, şövalye, cengâver’ karşılığına dönüştürülmüştür. Bu cümleden olarak Orhon Yazıtları’nda şu ifadeler dikkatimizi çekmektedir: “(Kül) Tigin o savaşta otuz yaşında idi. Alp Şalçı kır (at)ına binip sabırsızca hücum etti. İki eri kovalayıp mızrakladı. Karlukları öldürdük, tutsak aldık. (O sırada) Az halkı (da) düşman oldu. (Onlarla) Kara göl’de savaştık. Kül Tigin otuz bir yaşında idi. Alp Şalçı kır atına binip sabırsızca hücum etti, Az’ların İlteber’ini tuttu. Az halkı orada yok oldu. Amcam Hakan’ın devleti sarsıldığında, halk (ve) hükümdar ikiye ayrıldığında, İzgil halkı ile savaştık. Kül Tigin Alp Şalçı kır (at)ına binip sabırsızca hücum etti. O at orada düştü. İzgil halkı öldü. Dokuz Oğuz halkı kendi halkım idi. Gök (ile) yer (arasındaki) karışıklık nedeniyle (bize) düşman oldular. (Onlarla) bir yılda beş kez savaştık. İlk önce Toğu şehrinde savaştık. (…)”9 Metinde adı geçen Alp Şalçı’nın bir savaşçı olduğu anlaşılmaktadır. Alp Şalçı’nın Alp lakabını ya da unvanını bu nedenle aldığı ve asıl adının Şalçı olduğu sonucuna varıyoruz. Orhon Yazıtları”nda karşılaştığımız alp sözcüğü kimi yerlerde ‘yiğit’ karşılığında telaffuz edilmiştir.10 Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtları üzerine yaptığım incelemelere göre, 19 kez alp ve bir kez de alpagu sözcükleri kullanılmıştır. Göktürklerin de kullanılan ve ‘yiğit’, ‘cesur’ karşılığında dile getirilen alp sözcüğü, sonraları Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de telaffuz edilmiştir. Sencer Divitçioğlu, bir kısım alpleri sıralamaktadır: “Alp Arslan’dan başlayarak örnekler vereyim. Alp İlik, Alp Melik, Alp Karaca, Alp İnanç, Alp Kuş, Alp Tekin, Alp Yaruk vs. Osman Bey’in bir kardeşin adı Gündüz Alp idi. (…) Osman ve Orhan beylerin maiyeti arasında alpler bulunmaktadır. Turgut Alp, Konur Alp, Hasan Alp, Saltuk Alp.”11 Divitçioğlu’nun alpler arasında adını andığı Saltuk, bizim Baba Saltuk diye bildiğimiz erendir. Eren Baba Saltuk, eren olduğu sürece alp sayılamaz. Bana göre, bir kimse hem eren hem de ‘savaşçı’ karşılığında alp olamaz. Bu açıdan, alp eren sözcüğünün bir uydurmadan ibaret olduğu kanısındayım. Erenler mutasavvıf özleriyle İslamdaki Ehl-i Beyt sevgisini ve onun da ötesinde Ene’l-Hak düşüncesini yaymaya çalışmışlardır. Nasıl Hoca Ahmed-i Yesevî ‘savaşçı’ karşılığındaki alp değilse Yunus Emre de o açıdan alp değildir. Divitçioğlu yazının devamında şu cümleleri kurmaktadır: “Alp diye adlandırılan bu savaşçıların kutsallık işleriyle hiçbir ilişkisinin olmadığı bellidir. Beye sadakatla bağlı olmaları yanında, peşinde koştukları tek amaç, savaşta utku kazanıp, para, ulca, esir, ve tımar toprağı elde etmektir.” 12 Alp sözcüğünü erenler için kullandığımızda ancak ‘ulu’ karşılığında ifade edebiliriz. ‘Ulu erenler’in de savaşçı olmayacağı açıktır. Diğer yanda, Avrupa’da birçok alb, alp ve alba ile başlayan yer adlarıyla karşılaşmaktayız. Söz konusu yerlerin genel olarak dağlık oluşları dikati çekmektedir. Bu durum, alb, alp ve alba ile başlayan yer adlarının Ketlerden kalmış oldukları görüşünü güçlendirmektedir. Küçük Asya coğrafyasına da gelen Keltler, başta Ankara ve çevresinde olmak üzere iç bölgelerin geniş bir alanında yerleşim yerleri kurdular. Prof. Veli Sevin, “olasılıkla Hitit metinlerinde Alpassiya olarak geçen, Galatia sınırındaki Abbasion”dan söz etmektedir. 13 1940’lı yılların köy adları yayınlarına göre; Ankara, Çorum, Bolu, Bilecik ve Bursa’ya bağlı Alpagut adlı ikişer köy bulunmaktadır. Çankırı ve Kütahya’ya bağlı birer, Kastamonu’ya bağlı üç köy Alpagut adlarını taşırken, Sinop’un Boyabat ve Çanakkale’nin Lapseki ilçelerine bağlı Alpavut adlı köyler vardır. Kütahya’nın Emet ve Eskişehir’in Seyitgazi ilçelerine bağlı Alpanos köylerinin yanı sıra Antalya’nın Kaş ilçesinin bir mahallesi de Alpanos adıyla bilinmektedir. Ayrıca, Bolu merkeze bağlı Alput ve Alputbey adlı köylerle karşılaşılmaktadır. Alpagut adını “tek başına düşmana saldıran, hiçbir yandan yakalanmayan yiğit” karşılığında Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünde de görmekteyiz.14 Kaşgarlı, alp sözcüğünü de “yiğit, kahraman, bahadır” diye belirtmektedir.15 Kaşgarlı Mahmud’dan en az 1500-2000 yıl kadar önce alp sözcüğünün Küçük Asya’da ve Avrupa’da kullanıldığını görmekteyiz. İÖ. V. yüzyılda tarihin babası namıyla bilinen Yunan tarihçi Heredotos (İÖ. 484-430/420 arası), “Historia” (=Tarih) adlı eserinin yedinci kitap 227. bölümünde “yiğitlik tacı”nı taşıyan Lakedaimonlu iki kardeşten biri olan Alpheos’tan söz etmektedir.16 Yalnızca bu örnek bile Alp adının İlk Çağda Küçük Asya’da ‘yiğit’ karşılığında da dile getirildiğini göstermektedir. Orta Çağda alp sözcüğü ‘yiğit’ karşılığında Asya’da Türkçe konuşan topluluklar tarafından da kullanılmıştır. Alman dil bilimci, Türkolog ve Sinolog Prof. Dr. Annemarie von Gabain (1901-1993), eski Türkçe üzerindeki çalışmalarında alp sözcüğünü ‘cesur, kahraman’ diye ifade ederken, alpağu sözcüğünü de aynı açıdan belirtmektedir. Gabain, alpağu (cesur) sözcüğünün çoğul şeklini;-t son harfini alan alpağut olarak aktarırken, alpa sözcüğünü ise ‘cesur olmak’ karşılığında belirtmektedir.17 Buna mukabil, İlk Çağda Sicilya’da dağlık ve kayalıklarda yaşadığına inanılan, yolcuları pusuya düşürüp kayalıklar arasında ezip yiyen dev, Alpos adıyla biliniyordu.18 Günümüzde Türkçede kullanılan Alp, Alpay ve Alper adlarının yukarıda açıkladığım tarihsel köklere dayalı olduğunu göz ardı edemeyiz. Alperen sözcüğünü ise kimilerinin öne sürdüğü gibi ‘savaşçı eren’ olarak algılayamayız. Çünkü, ermiş bir kimsenin elinde silah savaşçı olmasını düşünemeyiz. Bir insan alp er (yiğit/ulu er) ya da alp ay (yüce ay) diye adlandırılabilir; oysa, Türk kültüründe ermiş olan bir kimsenin ‘savaşçı’ olarak gösterilmesi akla ziyan teşkil etmektedir. Prof. Bahaeddin Ögel, Göktürklerden “İl-Teriş Kağan’ın 17 kişilik mâiyetine, Eren deyimi kullanılırdı” demektedir.19 Bahaddin Ögel de “Alp-Erenler” deyiminin sonraları telaffuz edildiğini ifade etmektedir.20 Dikkati çeken, Ögel’in “Alperen” şeklindeki bir adı kullanmamış olmasıdır. Onun telaffuz ettiği “Alp-Erenler” ifadesi, ‘ulu erenler/ ulu ermişler’ olsa gerektir. Oysa, Prof. M. Fuad Köprülü’ye göre: “İslâmiyetten evvelki türk alpları, islâmiyetin cihad ve gaza mefhumları türkler arasında yerleştikten sonra, iptida alp-gazi, yani müslüman-türk kahramanı mâhiyetini almışlar, tasavvuf cereyanı ve muhtelif tasavvuf tarikatlari halk arasında yerleşince de alp-erenler, yani savaşçı dervişler, şekline girmişlerdir. Bunları bilhassa hıristiyan ülkeleri ile bitişik hudut memleketlerinde, yani uclarda görüyoruz.”21 Fuad Köprülü’nün bu görüşlerine katılmam mümkün değildir. O tarihlerde, bugün olduğu üzere kurumsal düzeyde savaşlar olsa bile; erenler için aynı durum söz konusu olamaz. Çünkü, erenler ya da dervişler başka dinden olanlara yönelik sevgi bağıyla ve onların inançlarını da tasavvufun gereği olarak kapsayıcı, himaye edici anlayışlarıyla gönüllerde yer etmişlerdir. Baba Saltuk’un Balkanlara yerleşimi ve müritlerini çoğaltması bu yolla gerçekleşmiştir. Hiçbir eren eline silah almadığı gibi, başka inançtan insanları da şiddetle yıldırmamıştır. Bu yöntemler genellikle kaba cahil insanlar eliyle yürütülmüştür. Öte yandan, tarihte Aryen bir topluluk olarak bilinen İskitlerin önderi Afrasiyab, Oğuz boyları tarafından Alp Er Tunga (=cesur erkek kaplan) olarak nitelendirilmiştir. Göktürkler, Oğuz boylarıyla savaş halindeydi. İskitlerin oğullarıyla da savaştıklarından Oğuzlar ve İskitlerin oğulları ittifak yaptılar. Türklerle İskitlerin savaşları Bilge Kağan’dan bin yıl öncesine dayanıyordu. Orhon Yazıtları‘nın bir bölümünü oluşturan Bilge Kağan Kitabesinde, o günkü İskitlerden Çik diye söz edilmektedir: “Yirmi altı yaşımda Çik halkı Kırgızlarla birlikte (bize) düşman oldu. Yenisey (nehrini) geçerek Çik’lere doğru savaş ettim.”22 Kül Tigin Kitabesinde: “Oğuz halkı kendi halkım idi. Gök (ile) yer (arasındaki) karışıklık nedeniyle (bize) düşman oldular. (Onlarla) bir yılda beş kez savaştık.”23 Göktürk hakanı Oğuzların bir zamanlar kendi egemenlikleri altında bulunduklarını sonradan kendilerine baş kaldırdığını bildirmektedir. Göktürklerin savaştıkları Çik’ler, ülkemizdeki bir kısım tarihçilerce de İskit’lerin bir diğer adı olarak anılmaktadır. Fransız Doğu bilimci René Grousset (1885-1952), İskitlerin İranî/Aryen bir topluluk olduklarını açıklamaktadır.24 Bir kısım tarihçilerce Saka’lar diye belirtilenler İskitlerdir. Rusya Bilimler Akademisi üyesiyken Ekim Devriminden sonra Avrupa üzerinden Amerika’ya yerleşen Wisconsın Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Michael Ivanovich Rostovtzeff (1870-1952), “İranians and Greeks South Russia” adlı kitabında ‘şüphesiz Güney Rusya’nın İskit kabileleri İranlılardı’ diyerek ‘neredeyse, Medler ve Perslere benziyorlardı’ açıklamasını yapmaktadır. Rostovtzeff, İskitlerin/Sakaların, İranî/Aryen oldukları görüşünde dir.25 Berlin Üniversitesi Orta Asya ve Çin tarihi uzmanı Prof. Albert Hermann (1886-1945) ise İskit/Saka Dilinin, İrani Dillerle olan bağlantıları üzerine açıklamalar yapmıştır.26 Türk Ansiklopedisi’ndeki “İskit’ler” maddesinde: “Dilleri, İran dillerinin doğu gurubuna bağlı eski bir lehçedir. Bugünkü Oset dili İskit dilinden türemiş dillerden biridir” sonucuna varılmaktadır.27Tüm bu açıklamaların ışığında Afrasyab ya da Oğuzların ifadesiyle Alp Er Tunga İlk Çağın bir Aryen şövalyesidir. Selahaddin-i Eyyûbî’nin mensubu olduğu Şadililer ya da Arapçasıyla Şeddadilerin, Aryenlerin Turan kolu olan İskitlerin/Sakaların soyundan gelmiş olduklarına dair bir kısım emareler bulunmakla birlikte İskit/Saka Aryen topluluğunun Küçük Asya’nın içlerine dek yerleştikleri de bilinen bir gerçekliktir. Bugün Elazığ ve Tunceli dolaylarında varlığını bildiğimiz ve kendilerini Şadi topluluklarıyla bağlantılı saydıkları Çakanlıların bir Saka boyu oldukları varsayılabilir. Çakan adı ‘çak’lar’ demektir. Göktürkler İskitlere Çik diyorlardı. Herodot, “Historia” (=Tarih) adlı eserinin IV. kitabında “Skyth” adıyla İskit’lere oldukça yer ayırmıştır. Herodot, İskitlerin ünlü krallarından Ariapeithes’den de söz etmektedir.28 Adın Ariapeithes şekli Yunancaya uyarlanmış biçimi olabilir. Bir olasılıkla İskit krallarının adındaki –peit(es) son ekinin günümüz Kürtçesinde telaffuz edilen pêt (güçlü, sağlam, dirençli; yiğit) sözcüğüyle bağlantısı olabilir. Bu takdirde, Ariapeithes adının ari (asil) ve pêt (sağlam, güçlü, dirençli; yiğit) unsurlarına istinaden ‘yiğidin asili’ni ifade etmiş olduğunu sanıyorum. Cumhuriyet döneminin ilk tarihçilerinden İsmail Hami Danişmend, Oğuzlarca Alp Er Tunga diye bilinen Afrasyab’ı Samilere karşı bütün Ârilerin müşterek millî kahramanı olarak nitelendirmektedir.29 XIV. yüzyılda Germiyanoğullarından ünlü şair Tâceddîn İbrâhîm bin Hızır Ahmedî, “İskendername” adını verdiği ve başta Büyük İskender olmak üzere genel dünya tarihini anlattığı manzum kitabında Efrasyab’dan da söz etmektedir. Ahmedî, dizelerinde Oğuzlarca Alp Er Tunga adıyla ifade edilen “Efrasiyab”ın İran ülkesine nasıl zulmettiğini ve Zaloğlu Rüstem’in onu savaşarak nasıl geri püskürttüğünü anlatmaktadır: “Derya gibi askeri olan Efrasiyab/Namlı bir cihangirdi// Efrasiyab babasının garazıyla/ gelip İran ülkesini harap etti// Yaktı, yıktı ve yağmaladı/Memlekete çok hasar verdi//Menuçihr’in kavminden kimi bulduysa/Büyük küçük hepsini kırdı// Kadın ve kızların hepsini esir etti/Erkeklerden bulduğunu oka hedef etti// (…) Dediğim gibi halkı mahvedip/On iki yıl İran’da padişah oldu//Düşüncesi gece gündüz şeytanlık/İşi gücü hep yakıp yıkmaktı//Zalim, pervasız ve kötü huyluydu/Müşrik, sapkın ve dinsizdi//Onun kılıcından kurtulan/Sistan’a gidip gizlendi//Söz çok, hayatta kalanlar/ Rüstem-i Zal’a yakındılar//(…)Onun şerrini hemen defetmezsen/Halkın tepesinde kıyamet koparır//Çünkü İran ülkesinin sığınağı sensin/İran’ı bırakma ki baştan başa harap eder//(…) İran’ın sığınağı olan Rüstem bu söz üzerine/Turan şahının üstüne asker sürdü//Onunla Efrasiyab öyle bir cenk etti ki/Nehir kanla kıpkırmızı oldu//Sonunda Allah İran’a merhamet etti/Turan askerleri yenilip kaçtı//Turan askeri kaçıp gidince/İran ülkesi yine güzelleşti.”30 Buna mukabil, Aryen Soğdiana halkından olan Yusuf Has Hacib, “Kutadgu Bilig”inde Efrasiyab için: “Yüksektir bilgisi, çoktur erdemi/Akıllı, bilgili, halkın seçkini// Ne seçkin ne yüce ne yiğit eren/ Dünyada tetik durup bu cihana hükmeden//İranlılar Efrasiyab der ona/Bu Efrasiyap iller aldı akınlarla” diyerek Alp Er Tunga/Efrasiyab’dan övgüyle söz etmektedir.31 Mütercim Âsım Efendi, “Burhân-ı Katı” sözlüğünde “Efrâsyâb”ı olumsuz ifadelerle tanıtmaktadır.32
KAYNAKÇA
(1) Alfred Holder, “Alt-Celtischer Sprachschaltz”, Leipzig 1896, s.78,107.
(2) Prof. H. Reşit Tankurt,“Alp Kelimesi ve Alpin Irkın Yurdu“, TTK Belleten, 1937 ,C.I, S.1, s.27.
(3) Friedrich Kluge, “Etymologis ches Wörterbuch der Deutschen Sprache”, Strasburg 1899, s. 8-9.
(4) Dr. Sina Kabaağaç/Erdal Akova, “Latince Türkçe Sözlük”, Sosyal Yay., İstanbul Ocak 1995, s.28.
(5) Dr. Sina Kabaağaç/Erdal Akova, age, s.26.
(6) Türk Ansiklopedisi, C.2, s.10.
(7) K. Süssheim, “Arnavutluk” md. İslam Ansiklopedisi (Leiden tabı), C.I, s.575.
(8) Edmund Spencer, “The Faerie Qveene”, London 1596, Book 1 (Bir çok yerde Elfin adı yer alıyor).
(9) Prof.Dr. Talât Tekin, “Orhon Yazıtları”, TDK Yay., Ankara 1988, s.21 (KT/2-3)
(10) Prof.Dr. Talât Tekin, age, s.36, 52.
(11) Sencer Divitçioğlu, “Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu”, Alfa, İstanbul 2015, s.84.
(12) Sencer Divitçioğlu, age, s. 85.
(13) Veli Sevin, “Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası”, TTK Yay., Ankara 2001, s.209
(14) Kaşgarlı Mahmud, “Divanü Lûgat-it-Türk Dizini”, TDK Yay., C.IV, Ankara 1991, s.21.
(15) Kaşgarlı Mahmud, agy.
(16) Heredotos, “Tarih”, T.İş Bankası Kültür Yay., çev. Müntekim Ökmen, İstanbul 2009, s.609 (VII/27).
(17) A. Von Gabain, “Eski Türkçenin Grameri”, çev. Mehmet Akalın, TDK Yay., Ankara 1988, s.260.
(18) Azra Erhat, “Mitoloji Sözlüğü”, Remzi Kitabevi, İstanbul Kasım 2011, s.31.
(19) Bahaeddin Ögel, “Türk Mitolojisi”, C.I, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Ens. Yay., Ankara 1971, s.503.
(20) Bahaeddin Ögel, agy.
(21) M. Fuad Köprülü, İslam Ansiklopedisi (Leiden tabı), “Alp” md., C.I, s.382.
(22) Prof.Dr. Talât Tekin, age, s.47 (BK/D-26).
(23) Prof.Dr. Talât Tekin, age, s.21 (KT/K-4)
(24) R. Grousset, “Bozkır İmparatorluğu”, çev. Reşat Uzmen, Ötüken Neşriyat A.Ş., İstanbul 1980, s.24.
(25) M. Rostovtzeff, “İranians and Greeks in South Russia”, At The Clarendon Press, Oxford 1922, s.60.
(26) Albert Herrmann,“Sakai”, Paulys Real Enc. der Classichesn Altert., II/AI, Strasburg 1921, s.1798.
(27) Türk Ansiklopedisi, “İskit’ler” md., C.20, s.253.
(28) Herodotos, age, s.325, 326 (IV/76, IV/78).
(29) İ.Hami Danişmend,“Türklerle Hind-Avrupalıların Menşe Birliği”,Devlet Bs.,İstanbul 1935, C.I, s.72.
(30) Ahmedî,“İskendernâme”, çev.Furkan Öztürk,T.İş Bank. Kült.Yay., İstanbul Şubat 2018, s.404-405.
(31) Yusuf Has Hacib, “Kutadgu Bilig”, çev. Ayşegül Çakan, T.İş Bnk. Kült. Yay., İstanbul Şubat 2015, s.42.
(32) Mütercim Âsım Efendi,”Burhân-ı Katı”,TDK Yay., Haz. Mürsel Öztürk-Dr.Derya Örs,İstanbul 2009,s.199.