Turan ve Turancılık
Bilal Aksoy
30 Ocak 2019
Birinci Dünya Savaşı yıllarında gerileyen ve Çarlık Rusyası tarafından işgal edilen Osmanlı İmparatorluğunun kurtuluşu için, Alman emperyalizminin stratejistlerince pompalanan Turancılık hayalleri ülkemizin o yıllardaki kimi siyasetçilerince bir kurtuluş simidi olarak görülmüştür. Bundan maksat, Çarlık Rusyasını kuşatma projesini uygulamaktı. Turancılık hayalleri demiştim; çünkü, bu gerçekleşmesi güç olmaktan öte imkânsız gibi duran heyulâyı yaşadığımız coğrafyanın ve insanlarının başına bela eden güçler, yok edilen masum canların kanlarında dumura uğradılar. Oysa, bunların kalıntıları elan toplumsal hayatta kitleleri kendi emelleri doğrultusunda manipüle etmeye devam etmektedirler. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaygın olarak Macar Yahudi teorisyenler, Türkçülük ve Turancılık fikriyatının öncüleri olmuşlardı. Birinci Dünya Savaşı başlayınca da Alman emperyalistleri ve onun hempaları bu fikriyatı aksiyon haline dönüştürmeye çaba harcadılar. Bunda başarılı olmak için çok canlar yaktılar. O halde, nedir Turan ve Turancılık? Turan denilen ülke var mıdır? Varsa neresidir? Bu yazımda bu sorulara karşılık bulmaya çabaladım.
Alman asıllı Rus Doğu bilimci Saint Petersburg Üniversitesi öğretim üyesi Vasili V. Bartold (1869-1930), Turan konusunda şu görüşleri öne sürmektedir: “Turan’a gelince bu söze Avestada rastlanır ve tahmin edilir ki, bu Ari halkının kültürel seviyesi düşük olan başka dalı idi. Bu iki halkın -Ari ve Turan’ın arasında düşmanlık vardı ve VI. yüzyılda Türkistan Türklerin hökümranlığı altına geçildiğinde bu iki sözcük birbirine yaklaştı ve daha önce Türklere ait olmayan Turan adı onlara ait olundu.”1 Çağımızın ünlü İngiliz tarihçisi Prof. Arnold Joseph Toynbee (1889-1975) ile İranlı tarihçi Ahmed Kasravi (1890-1946) de aynı kanıdadır. Cambridge Üniversitesi tarih profesörü Michael Robert Maas, “Attila’nın Yaşına Dair” çalışmasında Turan’ın yeri ile ilgili bir belirlemede bulunmaktadır: “Turan VI. yüzyıldan önce Sasani İmparatorluğunun güneydoğusunda görülen küçük bir bölge adıydı.”2 İngiliz tarihçi Clifford Edmund Bosworth (1928-2015), İran Ansiklopedisi’ndeki Turan maddesinde Turan’ı Orta Belucistan eyaletine lokalize etmektedir. Çok önceleri İranlıların Turan adlandırmaları bu bölgeye yönelikti.3 Aynı ansiklopedinin “Baluçistan. Coğrafya, Tarih ve Etnografya” maddesinin yazarı Amadizay Hanat da önceleri Turan’ın Belucistan’ın bir bölgesi olduğu görüşündedir.4 Alman dil bilimci Adolf Helfferich “Turan und Iran” adlı kitabında Turan adı hakkında kimi etimolojik çözümlemeler yapmaktadır5. Ancak, bu çözümlemelerin birer varsayım düzeyinde kaldıkları anlaşılmaktadır. Öte yandan, Scott Levi de birtakım verilere istinaden Turan bölgesini Beluçistan’a lokalize etmektedir: “Bartold ve Frye’nin değerlendirmelerine göre ‘Turan’ tabiri Sasani dönemi sırasında İran literatürünün bazı örneklerinde, Sasani kontrolündeki bölgenin doğu düzlüklerinde yer alan, modern Pakistan’daki Belucistan’ın kuzeydoğu kısmındaki bölgeyi anlatmak için kullanılıyordu.”6 Macar dil bilimci ve Türkolog, Budapeşte Üniversitesi Sami Dilleri profesörü Károly Czeglédy (1914-1996), “Turan Kavimlerinin Göçü” adlı kitabında “Turan” bölgesinin Güney Afganistan’da bir bölge olduğunu açıklamaktadır. Czeglédy konuya ilişkin şu tespitlerini yapmaktadır: “Eski Fars çağını izleyen Partuş (M.Ö. III.-M.S. III.yy.) ve Sasani (M.S.III.-VII.yy.) devri İran tarihi efsanelerinin zengin bir hazinesi olan Farsça Hataynameler ‘Kralların Kitabı’ idi. Bu eski efsanelerdeki Turan adı, göçerlerin Amu Derya ötesindeki ülkelerini, yani Sir Derya çevresi bozkırları karşılar. Turan, aynı zamanda İranlıların dünyanın yaradılışı hakkındaki inançlarına uygun olarak, Kötü’nün egemenlik merkezidir.”7 Czeglédy, “Türkler, İran destanıyla tanıştıklarında, kendilerini Turan halkı saydılar ve kendilerini, gururla Turan kralı Efrasyab’ın torunları olarak gördüler”demektedir.8 Öyle anlaşılıyor ki, Sasaniler dönemi ve öncesinde Turan denilince Belucistan’daki bir bölge anlaşılmaktadır. Eski İran Dillerinde kullanılan Turan adının Belucistan’daki bir bölgeye atfen ifade edildiğine dair somut verilerimiz de bulunmaktadır. Bu bağlamda, “Arapçada Turan adı Mekran’daki bir bölgeye veriliyordu”9 Ayrıca, “Minorski, Turan kelimesinin, fonetik bir yanlışlık neticesinde, sonradan Türklerle birleştirilmiş olduğunu” ifade ederek sözlerine devamla: “bu vaziyetin meydana gelmesinden Firdevsî büyük ölçüde mesuldur. Çünkü Sâmânîlerin müstevli Türkler dolayısiyle karşılaştıkları âkibet onun üzerinde kuvvetle tesir yapmaktan geri kalmamıştı.”10 Taberî (I/820), Turan ile Makuran/Mukran hükümdarlarının Sasanilerden Ardaşir’e itaat ettiklerini belirtirken söz konusu Turan, İran Belucistanı’nda bir bölgenin eski adı olarak bilinmektedir. Minorsky, bu bölgeyle ilgili olarak İslam Ansiklopedisi Leyden tabında bir ikinci Turan maddesini kaleme almıştır.11 Sasani hükümdarı Ardaşir’in, İskitlerin/Sakaların yurdu olan Sakastan (Sistan)’ı egemenliği altına almasından sonra bu bölgede Sasani hakimiyetinin bir süre devam ettiği görülmüştür. Berlin Üniversitesi Yakın Doğu araştırmaları uzmanı Doğu bilimci Prof. Joseph Marquart (1864-1930), kayda değer çalışması olan “Eranşahr” adlı eserinde “Turan und Makuran” başlığı altında Turan bölgesinin İran ile Hindistan arasında bir bölge olduğunu belirtmektedir.12 Marquart, aynı eserinin bir başka yerinde Budha, Turan, Mukran, Multan ve al-Mankura bölgelerinin İran ile Hindistan arasında oluşuna gönderme yapmaktadır.13 X. yüzyılın ünlü coğrafyacısı Nusaybinli İbn Havkal’ın yazmış olduğu “Sûrat el-Arz” (yeryüzünün haritası) adlı kitabından, Prof.Ramazan Şeşen tarafından “10. Asırda İslâm Coğrafyası” adıyla Türkçeye çeviri yapılmıştır. Bu çeviride İbn Havkal, Hindistan ile İran arasındaki Turan bölgesini şu sözlerle tanımlamaktadır: “Sind ülkesindeki kâfirlere Bedehe (Buda), Miz denir Turan- Mekran- Multan-Masura şehirleri arasında dağınık halde yaşayan kabilelerdir.”14 İbn Havkal’ın sözünü ettiği yerler o günkü Hindistan ve İran arasında yer almaktadır. İbn Havkal, Turan denilen yeri şu sözleriyle tanımlamaktadır: “Turan’ın bir vadisi vardır. Merkezine Turan denir, vadinin ortasında bir kaledir. Buranın kadılığını, emirliğini, amilliğini arkadaşlarımızdan Ebü’l-Kasım el- Basrî yapıyordu. Onda üçü bilmezdi. Kur’an’ı iyi okurdu, Kuzdar rustakı, şehirleri olan bir şehirdir. Buranın sahibi Mutez b. Ahmed adında biridir. Abbasiler adına hutbe okur, Kizkânan şehrinde oturur. Kızkânan verimli, ucuz, üzümü, soğuk iklim meyveleri, güzel narı olan bir yerdir. Hurma bulunmaz.”15 İsveç asıllı Amerikan Harward Üniversitesi tarih profesörü ve İranoloji uzmanı Richard Nelson Frye (1920-2014), “Eski İran Tarihi” adlı kitabında Orta Çağdaki Turan’ın Belucistan’daki Turan ile aynı olduğunu belirtmektedir. Frye, Makran bölgesinin ise Turan’ın güneyinde olduğunu eklemektedir.16 Frye, Turan ile Makran’ın Sasani hükümdarı Şapur’la olan bağlantılarına değinmektedir.17 Frye, söz konusu kitabının sonunda yer alan “İran under Sasanians” başlıklı haritada Makran’ın hemen üst bölgesinde Turan bölgesini belirtmektedir. Berlin Üniversitesi arkeoloji uzmanı Doğu bilimci Ernst E. Herzfeld (1879-1948) “İran’ın arkeolojik Tarihi” adlı çalışmasında Sasaniler döneminde var olan Turan bölge adının sonraları bir kısım Türk ve Moğol topluluklarıyla olan çatışmalar nedeniyle İran ve Turan karşıtlığına ya da düalizmine dönüştürüldüğünü aktarmaktadır. Herzfeld, daha önce hiç böyle Turanlılar olmadı derken, Turanlılar ifadesinin önceleri bir kısım Aryen kabileleri ifade ederken bilahare Türk ve Moğol kabilelere indirgendiğini beyan etmektedir.18 İranoloji alanındaki çalışmalarıyla ünlenen Fransız Doğu bilimci Prof.James Darmesteter (1849-1894), “Zend-Avesta II” çevirisinde “Turan bölgesindeki kutsal erkeklerin Fravashis’lerine ibadet ediyoruz” denilmektedir.19 Aynı kaynağın başka yerlerinde de Turanian (Turanlılar) ifadesi geçmektedir.20 Belirlediğim kadarıyla, bugünkü İran ülkesinde de Turan ya da turan ekli yer adları görülmektedir. İran Körfezi’ndeki bir adada Turan adlı köy, Xuzistan eyaletinin Baxtiyari yöresinde ve Güney Horasan’da Turan vadisi, Belucistan eyaletinde Turan dağı, Yazd eyaletinde Turanpoşt köyü, Belucistan eyaletinde Katuran ve Katuran-e Qadim köyleri bulunmaktadır. Kermenşah eyaletinde Çeşmeturan köyü, Hazar Denizi’nin güneyinde Xarturan ve Dasturan köyleri, Doğu Azerbaycan’da Qaraturan Darrasi ile Kordlar-e Turançe köyü, Xorasan-e Razavi’de Turane köyü, Semnan eyaletinde Kal–e Şur-e Xarturan deresi ‘turan’lı yer adlarındandır. Bunlara ek olarak, İsfahan dolaylarında Turan köyü ile Turan vadisi, Kermanşah eyaletinde Turan Şahr kasabası, Golestan eyaletinde Turan-e Fars köyü, Mazenderan eyaletinde Turankola ya da Turankala, Gilan eyaletinde Turansara, Golestan eyaletinde Turan-e Tork köyleri ile İlam eyaletinde Turanşe dağını da bu açıdan örnekleyebilirim. Turan yer adı, İlk Çağ İran coğrafyasında geçit yeri karşılığında kullanılmış olabileceği gibi başka açılardan da ifade edilmiş olabilir. Bu takdirde, sonraları aynı karşılıkta Farsça Derbent adının telaffuz edilmiş olduğu söylenebilir. Buna mukabil, Mütercim Âsım Efendi, tûr sözcüğünün bir karşılığının da “vahşi ve gayri me’nus” olduğunu belirtmektedir.21 Amu Derya (Ceyhun) nehrinin bir kolu Vahş nehri (786 km) idi. Tacikler bu nehre Surhab, Kırgızlar Kızılsu diyorlardı. Vahş dolaylarında yaşayan Türük (>Türk) topluluklarını eski İranlılar Vahşi diye adlandırıyorlardı. İranlılarca Vahşi olarak nitelendirilen ve Türkçe konuşan diğer bir kısım topluluklar, Küçük Asya’ya geldiklerinde bu kez de Yunanlılarca Barbar olarak görülmüşlerdir.
Böylece, tarihte önceleri Belucistan bölgesine Turan denilirken sonradan Amu Derya nehri ya da bu nehrin bir kolu olan Vahş nehri ötesine Turan denilmiş olduğunu sanıyorum. İranlı şair ve araştırmacı Tahran Üniversitesi öğretim üyesi Muhammed Taki Bahar (1886-1951), Turan adının ‘nehirler ötesi’ demek olan Avesta Dilindeki “Tau-Raodan” ifadesinden türediğini aktarmaktadır. Bu savın bir varsayım olduğu anlaşılmaktadır. İsmail Hami Danişmend, Kont de Gobineau’ya atfen “Yunan, İskit ve Hind-İran milletlerini de ‘Turanlı’ telakki etmek geleceği”nden söz etmektedir.22 Danişmend devamla: “bu müdekkik müellife nazaran, (Tur) kelimesi, eski İran hükümdarlarıyla bir kandan oldukları halde yalnız fütuhat maksadıyla İran’ı şimalişarkî tarafından tehdit eden ‘Aryan-İskit’ krallarının mecmuunu birden efsanevî bir şahsiyet şeklinde ifade eden bir tabirdir.”23 Öte yandan, Horasan’ın kuzeyindeki dağlık bölgelerde mevcut olan Oğuz topluluklarının bulundukları yerlere Turan denilmesini, aralarında etimolojik ilişki bulunduğu varsayılan ve bir kısım dillerde tur (dağ) ve tor (boğa, sığır, öküz) olarak bilinen sözcüklere dayandırmanın elan somut verileri mevcut değildir. Günümüzde Küçük Asya’nın en büyük Kürt topluluklarından olan Şadi (Şadiyan/Şadili) aşiretinin bir kolunun adı Turan’dır. Bu bağlamda, Tunceli’nin Mazgirt ilçesine bağlı Muhundu (Darıkent) nahiyesinde Turan mahallesi bulunmaktadır. Bu adın, Selahaddin-i Eyyubi’nin kardeşi Turan-Şah’tan kaynaklanmış olabileceği sadece bir olasılık düzeyindedir. Çağataylar Turan dediklerinde Türkistan’ın dağlık bölgesini dile getirmektedirler. Aramice tur (dağ) sözcüğü Süryanicede tura (dağ) şeklinde yer almaktadır.24 Evrensel dinlerin kitaplarında Tur-i Sina, Tur–i Harun, Tur-i Zeyta gibi dağ adlarıyla karşılaşmaktayız. Eski Oğuzlarda ve Çağataylarda tura (kalkan, siper) ve turag (sığınak) sözcükleri telaffuz ediliyordu.25 Tatar asıllı Rus filolog Abdullah Battal Taymas (1883-1969) tura sözcüğünü “düşmandan gizlenmek için kullanılan her şey” diye açıklamaktadır.26 Bir zamanlar Turan denince dehistan ‘köy yeri/yöresi’ ve İran denince ‘şehir’ anlaşılmıştır.27 Nedeni de İranlıların kendilerini medeni, yine kendileri gibi Aryen halklardan oluşan Turanlıları ise yabani görmelerinden kaynaklanmaktadır. Bir bakıma, Turan denince ‘taşra’ ve ‘yaban’ anlaşılmıştır. Turan adı, Aryen olmayan halkları ifade etmemiştir. Aksine, Turan denilen coğrafyalarda İskitler, Soğdlar gibi Aryen halklar da bulunmuştur. “ ‘Ari’ adı İran, Turan, Hindistan, Anadolu, Mezopotamya, Avrupa gibi sahalara yayılmış bulunan topluluklar için kullanılmıştır.”28 Son yıllarda İranoloji alanında ihtisas sahibi olan Prof. Nimet Yıldırım da Turanlıların Aryen/Aryan olduğunu belirterek bu konuda doğru bilineni aktarmaktadır: “Aryan ırkının veya İranlıların kollarından biri olan Turanlılar kültür ve uygarlık bakımından İranlılardan daha alt düzeydedirler.”29 Ön Turanlılardan sayılan Sakalar/İskitler İranlılarla savaşlarında yenik düştüler. İran kralı Kuraş (Kurêş), İskitler üzerinde hakimiyet sağladı. Kurêş, Doğudan gelen saldırılara karşı İskitlerden oluşan bir ordu kurdu. “Sakalar bu zamandan sonra Akhameniş’lerin yalınız doğu muhafızları olmakla kalmamış, fetihlerini temin eden ordularının da en kudretli ve cesur kıtalarını teşkil etmişlerdir.”30 Fransız yazar Ernest Seilleière (1866-1955), İskit Turanlılarını Hind ve İran ilişkilerine dair anlatımlarla bağlantılı olarak aktarmaktadır.31 Fransız jeoloji profesörü Raymond Louis Charles Furon (1898-1986), Türkistanlı Aryenlerden söz etmektedir.32 İran efsanelerine göre, Ferudun Dahak’ı yani Med kralı Astiyag’ı yenen kimsedir. Buna göre, Ferudun’un oğlu Tur’a verdiği ülke Turan adıyla anılmıştır. Bununla da yetinilmemiş, zamanla Turan adı Türklükle ilişkilendirilmeye gayret edilmiştir. Bu durumu Şahname’de de görmekteyiz. “Sonra Tur’a Turan ülkesini verdi ve onu Türklerle Çin’in padişahı yaptı.”33 V. Minorsky, İslam Ansiklopedisi’nde iki ayrı Turan maddesinin yazarıdır. Bu Turan’lardan biri Belucistan bölgesindedir ve bu, tarihte bilinen en eski Turan bölgesidir. İkinci Turan bölgesi ise İran ülkesinin kuzeydoğusundadır. Minorsky, İran’ın kuzeybatısındaki Turan adının ya da sözcüğünün Orta Farsça devrinden önce mevcut olmadığını açıklamaktadır.34 Eski İranlıların kutsal kitabı olan Avesta’da sözü edilen Tura; Arejahwant (Aryewant?) ve Frarazi adlı iki dindar şahsın babası olarak nakledilmektedir. Ayrıca, Tura ve Turan adlarından Avesta’nın çeşitli bölümlerinde söz edilmektedir (Avesta: Yaşt XIII/113, Yaşt XIII/123, Yaşt XIII/143).35 Avesta’nın ilk bölümü olan Gata’ları Zerdüşt İÖ. 1500-800 arasındaki bir sürede yazmıştır. Sasaniler döneminde (III. yy.- VIII.yy) sözlü anlatımlar olarak varlığını devam ettiren Avesta’ya sonrada bir kısım mitolojik eklentiler yapılmıştır. İskender’in İran fetihleri süresince (İÖ. 325) Avesta metinleri ortadan kaldırılmıştır.36 Bununla birlikte, Zerdüştilerin varlığına yüzyıllar sonra da tanık olunmuştur. Gezgin J. B. Tavernier, “İsfahan’da 1647’de, ateşe tapan eski İranlılardan olan Gur’lardan birine rastladım” demektedir.37 Avesta’nın Yaşt bölümünün Sasaniler devrinde eklenmiş olduğu göz önünde bulundurulursa, Yaşt bölümünde sözü edilen Tur, Turan gibi adların sonradan Avesta’ya eklenmiş oldukları anlaşılmış olacaktır. Zeki Velidi Togan, Turan konusunda şu tespitlerde bulunmaktadır: “Gerçi J. Marquart ‘Turan’ kelimesi üzerinde sünger çekmiş olduğunu zannetmiştir; fakat, buna rağmen bu kelime, ‘Ural-Altay kavimleri’ mânasında arasıra kullanılmakta devam etmiştir. Ben de bu kelimenin ayni mânada, bilhassa İran’ın karşılığı olmak üzere, bundan sonra da kullanılabileceği fikrindeyim. Bu kelimeyi ‘Türk’ mukabili olarak kullanmak, elbette yanlıştır. ‘Türk’ ismi ancak Türk lehçelerinde konuşan kavimlere ıtlâk olunmalıdır.”37 Togan, açıklamalarına devamla: “ ‘Turan’ ve ‘Türk’ kelimelerinin kökü ‘tur’ (‘tür’) kelimesi de olabilir. Şöylece ‘Tur+an’ bu kelimenin İranca, ‘Tür+k’ de yine İranca,”39 Togan’ın Turan kelimesinin Türk kelimesi karşılığında kullanılmasının yanlış olduğu yargısına ben de katılıyorum. Ancak, Turan ve Türk kelimelerini aynı köke (tur>tür) indirgemenin vahim bir hata olduğu görüşündeyim. Çünkü, Türk kelimesinin Macar türkologu Ármin Vámbéry’nin de ifade ettiği üzere Eski Türkçe türemek fiilinden kaynaklanmış olduğu kanısındayım. Tıpkı, yanmak’tan yanık (yanmış olan), aymak’tan ayık (ayılmış olan) vb. Türemek’ten de türük (türemiş olan, türedi) sözcüğünün telaffuz edildiğini sanıyorum. Bu açıdan Türük adındaki ‘-ük/-k’ ekinin çoğul eki olarak kullanılmadığı sonucuna varmaktayız. Böyle olunca, Togan’ın ‘Tür+k’ de İranca demesini doğru bulmuyorum. Bu bağlamda, Turan adı ile Türk adı arasında bir bağın olmadığı görüşündeyim. İS. VI. yüzyılda görülen ve bir topluluğu belirten Kök-Türük adı, zamanla Türk şeklinde dile getirilmiştir. Sonraları bu adı taşıyan topluluğun dışında Türkçe konuşan ve Aryen kökenli halklara da Türk denilmeye başlanmıştır. Turan, yer adı olarak Eski İran Dillerinde tur kök sözcüğüne yer bildiren –an ekinin getirilmesiyle oluşturulmuştur. İsmet Zeki Eyüpoğlu, Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın Turan geleneğini değil İrani geleneği izlediklerine istinaden şu kanıya varmaktadır: “Gerek Osmanlılara ve gerek Selçuklulara uygarlıkları, düşünce yaratmaları göz önünde tutulunca Turanlı demek oldukça güçtür.”40 Öyle anlaşılıyor ki, İ.Z. Eyüpoğlu, Turanlılar denince sonraları ilişkilendirilen Türk coğrafyasını algılamaktadır. Bu algının yanlış olduğunu yukarıda ifade etmiştim. Osmanlı tarihçisi Naîmâ Mustafa Efendi, bir kısım olayları aktarırken ifade ettiği Turan ülkesi, İran ve Hindistan ile birlikte belirtiliyor. Bu belirleme de söz konusu edilen Turan’ın İran ile Hindistan arasında olduğu algısına vardırmaktadır: “Tavfîl-i icmâlisi bu ki, Timur-i pür-zor zuhûr edip İran ve Turan ve Hindistan’a müstevli olup kendinden sonra evlâd ve a’kabı zikr olunan memâlik saltanatına meşgul olmuşlar idi. Ammâ İran’a Kızılbaş ve Turan ve Maverâünnehr’e Özbek müstevlî olup Âli Timur ol memâlikten munkati olup ancak Hindistan’da kalmışlar idi,”41 Öte yandan, Turan adını irdelerken ilişkili olabileceğini var saydığım tura sözcüğünün ‘kalkan, siper’ karşılığında Kaşgarlı Mahmut ve Yusuf Has Hacib, tarafından da kullanıldığını görmekteyiz (DLT: II/356; KB:256, 4710,5263,6434,6605). Bununla birlikte, Yusuf Has Hacib, 4710, 5263 ve 6434 no’lu beytlerinde tura sözcüğünü ‘kale’ karşılığında da kullanmıştır. Sanskritçede ‘kapı kemeri’ karşılığında telaffuz edilen torana(n) sözcüğünün ya da aynı dilde ‘kenar, sahil’ olarak ifade edilen tira(n) sözcüklerinin aynı etimolojik temellere dayanmış olmaları mümkündür.42 Bir kısım Aryen Dillerde ‘kapı’ karşılığında telaffuz edilen sözcüklerin tarihsel olarak, ‘kale’, ‘siper’, ‘kalkan’, ‘kapı’, ‘kapı kemeri’ vb. diye kullanıldığını fark etmekteyim. Eski Hind ve Eski İran Dillerinden kaynaklanan aynı karşılıklardaki sözcüklerin birçok halkın dilinde örnekleri bulunmaktadır. Bu açıdan, Almanca tür, Tacikçe dari, Ermenice tour ve dour, Süryanice tar’a, İngilizce door, Kürtçe deri ya da dari, bir kısım Hind dillerinde duri, Bengalce daraya, Hindçe dvaar, Arnavutça deri, İrlandaca doras, Galce doras, Norveç dilinde dor, İsveççe dörr, Çekçe dvere, Lüxemburg dilinde dier sözcükleri ‘kapı’ diye bilinmektedir. Buna mukabil, Kürtler ‘etraf’ ya da ‘mücavir alan’lar için dor sözcüğünü kullanmaktadırlar. Eski İran Dillerinde telaffuz edilen bir yer adı olarak Turan sözcüğünün dağlık, engebeli, savunmaya uygun siper oluşturan coğrafik mevkiler için kullanılmış olabileceği akla gelmekle birlikte, bu yer adının mücavir alanlar, serhat yerler, sınır boyları, geçit yerleri, vadi yerleri gibi coğrafik mevkiler için de dile getirilmiş olması mümkündür. O halde Turan adındaki tur ve yer bildiren –an eklerinin Aryen Dillere ait bir yer adı olduğu anlaşılmaktadır. Turan adındaki –an son eki Küçük Asya’nın kadim halklarının dillerinde –wana, –ana, –ene şekillerinde mevcuttur. Yukarıda İran coğrafyasındaki Turan adlarına dair vermiş olduğum örnekler de bu yöndeki görüşümü destekler niteliktedir. Ayrıca, Yusuf Has Hacip, tura sözcüğünün yanı sıra “Kutadgu Bilig”de Turan adını da kullanmıştır: “İranlılar buna Şahname derler/Turanlılar Kutadgu Bilig diye anar”.43 İsmail Hami Danişmend, “Aryalığın İran kolu Turan kolundan istimdad etmiş” dedikten sonra, Efrasyab’ın (Alp Er Tunga) “Samîlere karşı bütün Ârilerin müşterek ve milli kahramanı şeklinde İran’ı kurtarmıştır” belirlemesini yapmaktadır.44 Danişmend, Zend-Avesta’nın Efrasyab’ı namı diğer Alp Er Tunga’yı “Samîliğe karşı Âriliğin en büyük ve hatta en mukaddes müdafi”si olarak gördüğünü aktarmaktadır.45 Alp Er Tunga’yı bir Aryen olarak nitelendiren Danişmend, bu konuda Darmesteter ve Blochet’e atfen şu açıklamayı yapmaktadır: “Aryalığın halâskarı ve timsali ve hatta Turan’la beraber İran’ın da hükümdarı olmuş, yâni Aryaların İran ve Turan kollarını kendi idaresi altında ve tek bir devlet halinde birleştirmiş, fakat çok zulmettiğinden dolayı nihayet kız tarafından kendi torunu olan (Keyhusrev-)in eliyle veyahut emriyle öldürülmüştür (Darmestetar, c.2, s.636 – Blochet, s.209).”46
Mevcut tarihsel kaynaklar genel olarak Efrasyab’ı nam-ı diğer Alp Er Tunga’yı İskit kralı olarak belirtmektedirler. Tuncer Baykara, “Mücmel’üt-Tevarih vel Kısas”tan naklen Afrasyab’ın soyuna dair geleneksel bilgileri aktarmaktadır: “Tur’dan Zâdşem, Zâdşem’den de Peşenk dünyaya geldi. Afrasyab ise Peşenk’in oğludur. Afrasyab, Hintlilere ve Rumlara galip geldi. Birkaç defada İran’ı mağlup etti”.47 Baykara’nın Alp Er Tunga (Afrasyab/Efrasyab) soyuna dair aktardığı isimler Türkçe değil İrani Dillere aittir. Bu durum da Alp Er Tunga ya da Efrasyab/Afrasyab denilen şahsın Aryen bir soya mensup olduğunu göstermektedir. Fransız Doğu bilimci René Grousset (1885-1952), “Bozkır İmparatorluğu” adlı kitabında İskitler için şu tespitte bulunmaktadır: “Bunlar, ‘İran anavatanı’ şimdiki Rus Türkistanı bozkırlarında göçebe olarak kalmış Kuzey İranlılar olup, daha güneyde İran düzlüğünde yerleşmiş yerleşik soydaşları Medler ve Perslerin kuvvetlice hissettikleri Asur ve Bābil maddi medeniyetinin tesirlerinden kurtulabilmişlerdir.”48 Grousset, devamla: “Özel adlar bilimi (onomastik)nin de gösterdiği gibi İskitler İran ırkına mensupturlar” demektedir.49 Turancıların önde gelenlerinden biri olan Reha Oğuz Türkkan, Türk sözcüğünün kökenini irdelerken Turan adıyla bağlantılar kurarak açıklamalarda bulunmuştur: “Bu kadar farklı yazılışı ve söylenişi olan Türk adının aslı şekli ne olabilir? Benim de katıldığım Prof. Z. V. Togan’ın görüşü, kök kelimenin ‘TUR’ veya ‘TÜR’ olduğudur. Bunu ‘TURAN’ kelimesinde görüyoruz. İranlılar (Persler, Medler) Türklere ‘Turani’ derlerdi. ‘TUR’ ismine eklenen ‘an’ eki tartışmalıdır. İlk akla gelen ‘ülke’ anlamıdır. Bugün de ‘İr+an, Afganist+an, Hindist+an, Özbekist+an, Türkist+an’ şekli ülke anlamlı olarak kullanılıyor. O zaman ‘Turan’, ‘Tur’ların ülkesi’ demek oluyor. Ancak, bir başka yoruma göre, farsça’da ve Macarca’da ‘an’ çoğul eki olarak da biliniyor. Bunu kabul edersek, ‘Turan’=’Turlar’- yani millet adı oluyor.”50 Türkkan’ın yukarıdaki görüşlerine katıldığımı söyleyemem. Çünkü, Turan sözcüğüyle Türk sözcüğünün birbirleriyle ilişkili olmadığını yukarıda her vesileyle ifade ettim. Daha önce de aktardığım gibi, Türk sözü Türemek’ten kaynaklanıp ilk formuyla Türük (türemiş olan, türedi) şeklinde ifade edilmiştir. Kök Türükler adında beliren Türük adıyla ancak İS. VI. yüzyılda karşılaşılmıştır. Turan adına gelince, önceki satırlarda da belirttiğim üzere, sonundaki –an eki Farsça ve Kürtçede yer belirten son ektir: Goman, Mastan, Teman, Bılan, Xodan vbg. Öte yandan, Türkkan’ın İran ile aynı düzlemde belirttiği Afganistan, Özbekistan, Hindistan gibi yer adlarında Farsça –stan (ülke, bölge, yurt, yer) eki kullanılmıştır. Birçok yerde belirttiğim gibi Turan sözcüğü ise Türkçe değildir; İrani ve ve zamanla da Arami halkların tarihte kullandıkları yer adıdır. Bu bağlamda, İran ülkesinde belirlediğim kadarıyla birçok Turan adlı bölge, mevki ve yerleşim yeri adlarıyla karşılaşmaktayız. Bu yer adlarını önceki satırlarda birer birer aktarmıştım. Şahıslara verilen Turan ya da Duran adlarının ise, Turan yer adıyla bir ilişkisi bulunmamaktadır. Safeviler döneminde coğrafik olarak Turan adı Özbek ülkesi için ifade ediliyordu. Çünkü, Özbekler Safevilerle rakip durumundaydı. Afrasyap efsanesi Karahanlılar döneminde kabul edildi.51 Tur, Eski İran Dillerinde ‘vahşi’, ‘barbar’ karşılığında kullanılmıştır. Tacikistan dolaylarındaki Ceyhun/Amu Derya’nın bir kolu olan Vahş ırmağını bu açıdan anımsamak gerekir. Tura sözcüğü, Eski İranlılarca ‘öküz/oğuz’ ya da ‘sığır’ karşılığında telaffuz edilmiştir. Bununla birlikte, coğrafik bir ad olan Turan’ın ‘derbent’ karşılığında da dile getirilmiş olması mümkündür. Kök Türük adındaki kök sözcüğü Eski Türklerce ‘mavi yeşil’ olarak bilinmiştir. Buna karşın, kimi kaynaklarda Kök Türkler karşılığında yalnızca ‘mavi Türkler’ ifadesi belirtilmektedir. Kimileri de Kök Türük adındaki kök sözcüğünü ‘kök, asıl’ diye bilmişlerdir. Tatarca Türük, Yakutça Türök sözcükleri Türk demektir. Farsçada bilinen Torktazi (>Türktazi) sözü, ‘Türk’ün at koşturması; zorbalık, haksızlık’ diye bilinmiştir. Yine Farsçada hakaret maksadıyla, Tork–e Her sözü ‘eşek Türk’ karşılığında telaffuz edilmiştir. Bu durum Fars edebiyatında ‘doğru yoldan çıkmak’ karşılığında ‘Bu yol Turan’a gider’ ya da kimileri Türklerle ilişkilendirerek ‘Bu yol Türkistan’a gider’ denilmiştir. Bu anlayış, bir zamanların Turan’ı ile Türklerin yaşadığı coğrafyayı ilişkilendirmeye yol açmıştır. Bunun sonucu olarak Şahnamede Türk ile Turan ilişkilendirilmesi yapılmıştır. Bu bağlamda, şu sözler Şahnamede yer almıştır: “Ey insan kanına susamış Türk! İran ordusunun erleri sana ne yaptılar da ‘Tuttun bu kötülüğe el uzattın ve koyun sürüsüne dalan kurt gibi, İran ordusuna saldırdın? Dedi. Suhrab da ona ‘Turan ordusunun erlerine önce, saldıran sensin!”52 Şahnamede devamla Rüstem de konuşuyor: “ ‘Turanlıların hangisini erkek yerine koyduğumuz var ki? Savaş başladı mıydı, onların hepsi de kadından farksızdır!’ dedi. Bunları söyledikten sonra, kılıcını çekip bir bulut gibi gürledi ve yeniden Efrasyab’a seslendi: ‘Ey şaşkın ve soysuz Türk! Sen yiğitlerle savaşmaya nasıl layık olursun, ki daha şimdiden perişan bir haldesin, ayakta duracak halin yok!”53 Bundan sonrası da Turanlılara hakaret eden sözlerle doludur.
Turan adını kimileri Firdevsi’nin Şahnamesindeki efsanevi Feridun’un oğlu Tur’a bağlamaktadırlar. Oysa, bunun bir rivayet olduğu açıktır. Şahname’de “Feridun’un yeryüzünü oğulları arasında pay etmesi” başlığı altında bu taksimat aktarılmaktadır: “Bütün Rum ve Batı ülkelerini oğlu Selm’e verdi. Sonra Tur’a Turan ülkesini verdi ve onu Türklerle Çin’in padişahı yaptı. Sıra İreç’e gelince babası ona da İran’ı verdi.”54 Firdevsi’nin Şahnamesinde geçen Tur adı Türk ve Turan adı ise Türkler şekline dönüştürülmüştür. Bu bağlamda, Şahname’de Turanlılara yapılan onca hakaretler çok sonraları Türklere yapılmış şeklinde yazılmıştır. Bu noktada şu soruyu sormadan geçmiyorum. Şahnamede bu kadar Türklere hakaretler yapılmışken, 1005 yılında Firdevsi, Şahname’yi Gazneli Mahmud’a sunduğunda, Gazneli Mahmud’un bir iftihar vesilesi olarak bunları kabul etmesini nasıl açıklamak gerekmektedir? V. Minorsky, Turan teriminin 1839 yılında bir kısım Macar yazarlarınca “Büyük Türk Yurdu” karşılığında kullanılmaya başlandığını belirtmektedir.55 Bu bağlamda, Ferencz Pulszky, 1839 yılında yayımladığı bir makalede Turan terimini İran’ın karşıtı olarak Türkistan ve Toharistan’a lokalize etmektedir.56 J. W. Jackson, “Iran and Turan” adlı makalesinde Turan teriminin henüz belirgin bir şekilde tanımlanmadığını, ırkların bölünmesinin ise büyük ölçüde coğrafik temellere dayandığı kanısındadır.57 Macaristan’da Türkoloji derslerinin üniversitede 1830’da başladığı nakledilmektedir. Bu ülkede Türkoloji kürsüsü ise 1870’de oluşturulmuştu. Ayrıca, 1910’da Macar Turancıları tarafından Turan Cemiyeti (=Turáni Társasag) kurulmuştu. Bu cemiyetin başkanlığını Bela Erödi yapıyordu. Onursal başkanlığına ise Yahudi asıllı ünlü Macar Doğu bilimci ve Türkolog, Prof. Ármin Hermann Vámbéry (1832-1913) getirilmişti. Bir kısım kaynaklar, Vámbery’nin “İngiliz ajanı” olduğunu öne sürmüşlerdir. Vámbéry, Budapeşte Üniversitesinde kurulan Türkoloji kürsüsünde görev yapan Türkoloji profesörüdür ve Macaristan’da Türkoloji çalışmalarının öncülerinden János Repiczky’nin öğrencisidir. János Repiczky (1817-1855), Macaristan Bilimler Akademisi üyesi ve ilk Türk Dili profesörü idi. Vámbery’nin ölümünden sonra Türkolog Prof. Gyula Németh (1890-1976) bu görevi yerinde devam ettirmiştir. Macaristan’daki Turan Cemiyeti 1913’den 1944’e kadar Turan adlı dergiyi yayımlamıştır. Derginin önde gelen yazarlarından Gyula Nemeth, Türk Dil Kurumu başkanlarından etimolog Prof. Hasan Eren’in hocasıdır. Gyula Németh, bir yazısında Çin’in kuzey komşularına değinirken Radloff’tan (Das Kutadku Bilig, Teil 1, 1891, LXXXLXXXI, S.1) şu aktarmayı yapmaktadır: “Çok eski zamanlardan beri Çin tarihleri bize, kısmen Tunguz ve kısmen Türk soyundan olmaları çok muhtemel birçok şimal barbarlarıyla yapılan mücadelelerden bahsediyorlar. Tunguzlar şimal-i şarkiden Büyük Okyanus’a kadar uzanan sahada ikâmet ediyorlardı. Türkler de bu esnada Sarı nehrin cenubundan ve garpteki dağlardan Tibet hududuna kadar olan sahada bulunuyorlardı” demektedir.58 Károly Czeglédy, “Asyalı ve Avrupalı Hunların az sayıdaki yönetici tabakasının Türkçe konuşmuş olduklarına dair ise, bugüne kadar hiçbir kanıt elde edilememiştir (…) Hyon (Hun) adının kendisi de Türkçe özellikler taşımaz.” demektedir. Czeglédy, ayrıca, Atilla, Rugila gibi Hunca sanılan isimlerinin Got Dili’ne ait olduğunu belirtmektedir.59 Öte yandan, Macaristan’da Turan kavramını işleyenlerin önde gelenlerinden biri sayılan Pál Teleki’ye göre Turan, dil ve etnik ayrım yapılmaksızın bütün merkezi Asya halklarının birliğini ifade etmektedir.60 Pál Teleki de dahil birçok Macar araştırmacı, Turan terimini Türklükle özdeş saymıyorlardı. Macar Bilimler Akademisi üyesi ve coğrafya profesörü olan Pál Teleki, iki kez başbakanlık görevinde bulunmuştur. O sıralar Macaristan’da üretilen tanklara da Turan adı verilmişti. Aslında Macar bilim adamları Turan terimini bir siyasi yayılmacılık aracı olarak değil de kültürel ve coğrafik bir kavram olarak öne sürüyorlardı. Bununla birlikte, Bulgaristan’da 19 Mayıs 1934’de Turan Cemiyeti kapatıldı. Oysa, Turancılık bir zamanlar Osmanlı “entel”lerine bir siyasi enfeksiyon olarak bulaştırılmıştı. Osmanlının son döneminde Türkçülük ya da Turancılık gibi kavmiyetçi fikriyatı öne sürenlerin genel olarak Türk menşeyine sahip olmayışları da ayrıca dikkati çeken bir başka realitedir. Bunların büyük bir kısmı Ankara hükûmeti kurulunca Turancı görüşlerinden vazgeçtiler. Söz gelimi, şair Mehmet Emin Yurdakul, 1918’de yayımladığı “Turan’a Doğru” adlı şiirindeki Turan terimleri yerine sonraları vatan sözcüğünü kullanmıştır. Bir zamanlar şiirlerindeki Turan betimlemeleri yoğun olan Ziya Gökalp’in yazdığı “Turan” şiiri 1911 yılında Genç Kalemler dergisinde yayımlandı. Gökalp, adı geçen şiirinin bir dizesinde: “Güzide, şanlı necip ırkımın uzak ve yakın” ifadelerini kullanıyordu. Aynı şiirin sonunda “Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan/ Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!” diyordu. Gökalp, bir şiirinde: “Ak-ordumuz sola gitti / Üç hakanlık tesis etti, /Medi, Sümer-Akkad, Hit’di/Bu şanlı oymağımız”61 derken Kürtlerin kendi ataları olarak gördükleri Medlerin, Sumerlilerin ve Hititlerin; Türklerin ataları olarak gösterilmesi dikkati çekmektedir. Gökalp, “Kızıl Destan” adlı şiirinde: “Düşmanın ülkesi viran olacak! / Türkiya büyüyüp Turan olacak” demektedir.62 1924’de ölmeden önce, 1923’de yayımladığı “Türkçülüğün Esasları” adlı kitabında ise siyasi Türkçülüğü reddetmiştir. Gökalp, daha da ileri giderek hayvanlarda ırk aranabileceğini, insanlarda ırk aramanın nafile bir çaba olduğu görüşüne varmıştır: “…bütün meziyetleri sevki tabiîye müstenid ve irsî olan hayvanlarda ırkın büyük bir ehemmiyeti vardır. İnsanlarda ise, ırkın içtimaî hasletlere hiçbir tesiri olmadığı için şecere aramak doğru değildir”63. Oysa, Gökalp ölümünden sonra 1341/1925’de Maarif Vekâletince yayımlanan “Türk Medeniyeti Tarihi” adlı kitabında farklı tespitlerde bulunmaktadır: “Eski Türkler ayrı bir ırk oldukları için, asıl ve menşeleri olamaz. Türkler kablettarih zamandan beri müstakil bir ırktırlar.”64 Bu kitap, liselerin 2.sınıfı için daha önceleri hazırlanan birtakım bilgilerin yanısıra sonradan yapılan eklentilerden oluşmaktadır. Dikkatimi çeken, adı geçen kitabın Yusuf Çotuksöken tarafından Türkçeye uyarlanarak hazırlanan ve “Türk Uygarlığı Tarihi” adıyla yapılan yeni bir baskısında Gökalp’in yukarıda aynı kitapta ifade ettiği ırk sözcüğü yerine soy sözcüğünün yazılmış olmasıdır.65 Gökalp, “Mete ile Oğuz Han’ın aynı uluslarla savaşmaları ve bütün Türk illerini bir egemenlik altında toplayarak bir Turan ilhanlığı kurmaları” derken aslında böyle bu adla bir ilhanlığın kurulmadığının farkında olmamıştır. Çünkü, İlk Çağda İranlıların Turan dediği ülke daha önce de ifade ettiğim üzere İran ülkesiyle Hindistan arasında kalan bugünkü Belucistan’a tekabül eden bir bölge adıydı. Sasanilerden sonra ‘t’ ve ‘r’ harflerine istinaden söz konusu ülke kimi Orta Çağ yazarlarınca Türklerin yaşadığı coğrafyaya lokalize edilmiştir.
Osmanlı ülkesinin son döneminde Turancılık bir kısım yazarların ütopyası idi. Bu bağlamda, kitaplarına Turan adını koymak da bir moda haline geliyordu. Oysa, Batıdaki Doğu bilimcilerin Turan üzerine yazdıklarını dikkatle incelememiş olmalıdırlar ki, Turan adının tarihsel arka planını görememişlerdir. Bir kısım Osmanlı son dönemi yazarlarının yaptığı gibi Turan adını Türklükle ilgili sanmışlardır. Halide Edip Adıvar, 1912 yılında Tanin gazetesinde “Yeni Turan” adlı romanını tefrika ettirmiştir. Adı geçen romanın bir yıl sonra, Tanin Matbaası tarafından birinci baskısı yapılmıştır. Bu romanın ilk cümlesi şu şekilde idi: “Ey Yeni Turan, Sevgili ülke/Söyle, sana yol nerede?” Halide Edip (Adıvar), bu romanına “Yeni Turan” adını vermekle birlikte, “Yeni Turan”da Kürtler, Araplar ve Ermeniler de dahil bir kısım tebaa için âdem-i merkeziyetçi (federal ya da otonom) bir idare tarzını uygun görüyordu. Romanda ülke idaresi için iki partinin Yeni Osmanlı Partisi ile Yeni Turan Partisinin siyasal çekişmeleri konu edinilmiştir. Yeni Osmanlı Partisi’nin lideri Lütfi Bey, Yeni Turan Partisi’nin lideri olarak da Oğuz Bey gösterilmiştir. Halide Edip, bu romanını yazarken tanıştığı Ziya Gökalp’in etkisi altında kalmış olabilir. O da tıpkı Gökalp gibi Türkçülüğü siyasal bir ideoloji olarak değil kültürel bir olgu olarak görmüştür. Kafkas Çerkeslerinden Gönen doğumlu Ömer Seyfettin, 1330/1914 yılında yayımladığı “Turan Devleti” adlı kitabının bir yerinde: “milletler tabiî hayatlarını yaşadıkça muharebe en zarurî ve mutlak bir hâdise” demektedir. Aynı kitabın bir başka yerinde: “Hazar Denizi’nin cenup sahilinden geçireceğimiz bir demiryolu ile anavatana, TURAN’a gidilecek, lisanımız gibi, emellerimizi ve vicdanımızı birleştireceğiz. (…) Turan mefkûresi feyiz buldukça milli maarif ve vicdanımız da teşekkül ve tekâmül edecek. Türkçeleştirilmemiş hiçbir köşe, hiçbir müessese bulunmayacaktır.”66 Aslında Ziya Gökalp’i etkileyen ve Turan üzerine ilk şiiri yazan Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Bey’dir. Ali Bey, 1890’larda yazdığı “Turan” şiirinde şunları söylüyordu: “Sizlersiniz ey kavm-i Macar bizlere ihvan/Ecdadımızın müştereken menşei Turan/Bir dindeyiz biz, hepimiz hakperestan/Mümkün mü ayırsın bizi İncil ile Kur’an”67 Doç. Dr. Melek Çolak, “1930’lardan itibaren Macar Turancıları arasında faşizm, özellikle Mussolini faşizminin taraftarlığı yaygınlaşmaya başlamıştır” demektedir.68 Kimilerince Turancılığı temellendirenlerin önde gelenlerinden biri sayılan Fin milliyetçisi dilbilimci Prof. Mathias Alexander Castren (1813-1852) Sibirya’ya yaptığı gezide bu bölgedeki dillerle Fince arasındaki yakınlığa dikkati çekmiştir. XIX yüzyılın ortalarına doğru Avrupa’da hazırlanan kimi haritalarda Turan denilen coğrafya artık o eski Belucistan’daki bölgeyi değil, Eski Türklerin yaşadığı coğrafyayı ifade etmek için dile getirilmiştir. Sözgelimi, A. Petermann tarafından 1875 yılında hazırlanan “İran, Turan oder: Persien, Afghanistan, Balutschistan, Turkestan” adlı haritada Turan adı Horasan’ın kuzeyindeki bölge olarak gösterilmiştir. Almanya’da 1866 yılında hazırlanan “Karte von Iran und Turan oder Persien Afghanistan, Beludschistan und Turkestan” adlı haritada da Turan ülkesi, İran Horasanı’nın ve Afganistan’ın kuzeyine lokalize edilmiştir. Bunu gibi birçok harita ve atlasta Turan bölgesi Horasan’ın kuzeyi olarak gösterilmiştir. Osmanlı tarih yazıcıları da Turan’ı bu son gösterilen bölge olarak algılamışlardır. Ankara hükümetinin kurulması ve cumhuriyete geçildikten sonra da Turancı ya da ırkçı Türkçü varlığını devam ettirmiştir. Oysa, yukarıda da değindiğim üzere bunlardan bir kısmı Ankara hükümetinin yanında yer alarak Turancılık hayallerinden vaz geçmişlerdir. Arjantinli yazar Jorge G. Blanco Vıllalta, ülkemizdeki Turancılığın Batılılaşmaya bir tepki olarak ivme kazandığını belirterek, “Turanizmin savunucuları göç yolları üzerinde tamamen Türk olan büyük bir imparatorluk yaratılmasını diliyorlardı” diyerek bir tespitte bulunmaktadır.69 Türk Ansiklopedisi’nin “Turancılık (Pantürkizm, Türkçülük)” maddesinde: “ Bu akıma kadar Türk ve Türkçülük esasına göre kurulmuş bir Türk devletine tarihte rastlanmaz” denildikten sonra, “Fatih devrinden itibaren eski Türk törelerine bağlılık iyice zayıflamış (…) devletin en önemli mevkileri de daha yeni Müslüman olmuş yabancıların (devşirme) eline geçmiştir. (…) XIX. yüzyılda İstanbullular için Türk ‘köylü, kaba, anlayışsız’ anlamına gelecek şekilde alçaltıldı” yargısına varılmaktadır.70 Türk Ansiklopedisi’ndeki “Turancılık” maddesini eleştiren Nihal Atsız, Turan’ın yeri konusunda şu yargıya varmaktadır: “Turan, Türklerin yaşadığı bütün topraklardır. Hatta bugün bir tek Türkün barınmadığı Kırım gibi tarihî Türk yurtları da Turan’ın içindedir.”71 Atsız, bu makalesinin sonunda Halide Edip’in Türkçülük aleyhtarlığına döndüğünü belirttikten sonra Nazım Hikmet’e dair de bir isnatta bulunmaktadır: “Oysa, Nazım Hikmet bir numaralı vatan hainidir.”72 Atsız’ın böyle bir isnatta bulunmasının nedeni, bir zamanlar Türkçü olarak bilinen kimi yazarların sonradan demokrat, solcu vb. sıfatlarla tanınır olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan, hayatının son dönemlerinde Turancılıktan, siyasi Türkçülükten ve ırkçılıktan vaz geçen Ziya Gökalp de Turancı çevrelerin eleştirilerinden payını almıştır. Buna karşın, Nihal Atsız cumhurbaşkanlığı forsunda da yer alan 16 devletten Samanlıların Türk olmadığını belirterek; Akkoyunlular, Karakoyunlular, Safeviler ve Mısır Kölemenleri gibi Türk devletlerinin Türk kabul edilmeyişini eleştirmektedir.73 Nihal Atsız, 16 Türk devleti iddiasının da bir masal olduğunu aşağıdaki görüşleriyle ifade etmektedir: “16 büyük devlet… Tabii, Karamanoğulları ve daha küçükleri gibi ötekilerini de sayınca bu rakam kabaracak en aşağı 50 devlet olacaktır. 50 devlet kurmayı bir başarı saymak, ilk bakışta mümkün görünebilir. Fakat madalyonun ters tarafına dönünce iş tamamiyle değişir. Adama sorarlar: Elli devlet kurdun da neden hiçbirini yaşatamadın? Neden kala kala orta çapta bir Türkiye Cumhuriyetine kaldın? Zoraki tarih bilginleri tabii bu sorunun cevabını veremeyeceklerdir. Çünkü tarihî gerçek hiç de öyle değildir. 16 veya 50 devlet kurulmuş değildir. Gerçekte anayurtta bir, nihayet iki devlet kurulmuş, anayurt dışında da buna üç beş devlet daha eklenmiştir. O kadar. Bizi asıl ilgilendiren anayurdumuzdaki devlet olduğuna göre de konu bir iki devletin tarihinden ibaret kalmaktadır.”74 Turancılığın önde gelenlerinden sayılan adı geçen zatın “16 devlet” konusundaki düşünceleri doğrusu dikkate şayandır. 12 Eylül 1980 öncesi tabii senatör olan ilk kadın diplomatlardan Tatar asıllı Adile Ayda (Gadile Sadreyevna Maksudova, 1912-1992), “Türk kelimesinin menşei hakkında bir nazariye” başlıklı makalesinde bu konuda bir kısım kimselerin görüşlerini tekrarlamaktadır: “…Firdevsi de dahil olmak üzere, bütün eski İranlı yazar ve şairler İran’ın kuzey komşusu olan Türklere TUR adını vermişlerdir. TURAN kelimesi de bilindiği gibi, TUR’un çoğul şeklidir ve, sırasına göre, Tur’ların ülkesi anlamına da gelir. (…) İranlıların eski Türklere Tur dediklerini hatırlatmakla yeni bir şey söylemiş olmuyoruz. Bu herkesçe bilinen bir gerçektir. (…) İranlılar Türklere Tur adını vermişlerse, demek ki, TÜRKLERİN EN ESKİ ADI TUR İDİ (veya eski adlarından biri…).”75 Bu bakış açısı da Turancıların tespitleriyle aynıdır ve yukarıda da belirttiğim üzere objektif temellere dayanmamaktadır. XIX. yüzyıldan itibaren Macaristan’da ve bilahare Osmanlı coğrafyasında yayılan Turancılık ideolojisi, I. Dünya Savaşı sonrasında Japonya’ya da sirayet etmiştir. Japonya’da Turancılığın başlatıcılarından olan İmaoka Juichiro, Macar Turancılarından da etkilenerek ülkesinde oldukça etkili olmaya çalışmıştır.76 Osmanlının son döneminde Turancılar genellikle remî olarak 22 Mart 1912’de kurulan Türk Ocağı bünyesinde faaliyet göstermişlerdir. Gerçi, bundan önce 31 Ağustos 1911’de İstanbul merkezli olarak kurulan Türk Yurdu Cemiyeti de Türkçü-Turancı kimseler tarafından kurulmuştu. Kurucular; şair Mehmet Emin, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzâde Ali, Dr. Âkil Muhtar, Akçoraoğlu Yusuf Bey’lerden oluşuyordu. Türk Ocağı’nın kurucuları arasında Askerî Tıbbiye öğrencileri de bulunuyordu. Daha önce kurulan Türk Yurdu Cemiyeti ve dergisi yeni kurulan Türk Ocağı ile birleşmiştir. Ziya Gökalp’in Selanik’te çıkardığı “Genç Kalemler” de Türk Ocağı ile yakın ilişkilere sahipti. Gökalp, Selanik dönüşünden sonra Türk Ocağı’na katılmıştır. Bu vesileyle de İttihat ve Terakki ile olan bağları güçlenmiştir.77 Cumhuriyet öncesinde bir kısım Avrupa kentlerinde faaliyetlerde bulunan Türkçü ve Turancı şahıslar ya da cemiyetler, Osmanlının son dönemindeki demokratik oluşumların da muhalifi olmuşlardır. Irkçı-Türkçü ya da Turancıların, birçok etnik unsurun birlikte yaşadığı Osmanlı coğrafyasında yıkıcı sonuçlara yol açacaklarını önceden sezinleyen aydınlar var olmuştur. Söz konusu aydınlar, bu etnik unsurlardan yalnızca birinin adının öne çıkarılmasının sakıncalı gelişmelere yol açabileceğini ifade etmişlerdir. Söz gelimi, Selanik doğumlu gazeteci yazar Ahmet Emin (Yalman), Cumhuriyete geçiş sürecinin başlarında yaptığı eleştiriler dikkati çekmektedir: “Tâbiyet ifade için (Osmanlı) yerine ‘Türk’ kelimesini kullanmanın pek çok mahzurları vardır. Bu gibi kelimelerin ezhan-ı umumiyede teessüs etmiş mânaları birdenbire değiştirilmez. ‘Türk’ kelimesine biz şu mânayı veriyoruz demek maksadı temin etmez. Türk kelimesinin mânası ne kadar tevsi edilse bunun için ‘Türkçe’ söyliyen müslüman mefhumundan başka bir şey sıkıştırılamaz. Devlet, bir Türk devleti olursa milyonlarca Kürdün her tarafta ayrı bir uzviyet teşkil etmesi lâzım gelir ki, buna gerek Türklerin ve gerek Kürtlerin ekseriyeti muarızdır.”78 Ankara hükümetinin Mustafa Kemal başkanlığında oluşturulmasıyla birlikte Turancılara karşı da mesafeli duruşlar sergilenmeye başlanmıştır. Bu bağlamda, Mustafa Kemal, başta Nutuk adlı kitabında olmak üzere birçok vesileyle Turancılığı, Pantürkizmi, Panislamizmi ve Enver Paşa ile yoldaşlarını tenkit etmiş, bu ideolojilerin ve mensuplarının ütopist, maceracı olduklarını belirtmiştir. O nedenle, Mustafa Kemal, 1931’de Türk Ocağı’nı da kapattırmıştır. Bununla birlikte, II. Dünya Savaşına doğru Avrupa’da yayılan faşist rejimlerin Ankara hükümeti üzerindeki baskıları, ispiyonaj faaliyetleri neticesinde bir kısım yazarları da kendilerinden yana yönlendirmeleri söz konusu olmuştur. Bu süreç içinde başını Sovyet Rusya’nın çektiği blok ile başını ABD’nin çektiği blok arasında bir soğuk savaş dönemi başlatıldı. Bu sürecin arifesinde Turancılardan Nihal Atsız’ın sol eğilimli Sabahattin Ali’yi “vatan haini” olarak hedef göstermesi ülkemizde bardağı taşıran bir olay olmuştur. Bu suçlama sonucu, Sabahattin Ali’nin, kişilik haklarına bir saldırı olarak gördüğü suç isnadını mahkemeye intikal ettirmesi neticesinde, bu davanın Ankara’da yapılan duruşmasında, Turancılar tarafından mahkeme salonu ve çevresi işgal edilmiş, aynı gün DTCF binası da aynı çevreler tarafından işgal edilmiştir. Ankara’daki bu taşkınlıklar sonrasında 3 Mayıs 1944’de ırkçı-Türkçü ve Turancıların tutuklanmaları, bunların İstanbul’daki Sıkıyönetim Komutanlığına teslim edilmeleri, İsmet İnönü yönetimindeki devlet ile Turancıların belirgin bir yol ayrımına gittiklerini göstermiştir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs 1919 günü 19 Mayıs Stadyumunda yaptığı konuşmada Turancıların ülke içinde çıkardıkları fesat faaliyetleri tenkit ederek özetle şunları söylemiştir: “…memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız. Memleketimizde politika garezleri için uydurulan ırkçılık önderlerinin çok acıklı faciaları hatıralarımızda canlıdır. 1912 senelerinde Rumelide tutunmak için tırnaklarıyla kayalara yapışarak son gayretlerini sarf eden Türk erlerine Arnavut Priştineli Hasan ve Devriş Hima ile beraber arkadan hücum tertipleyenlerin Türk ırkçı politikacısı olduğu, Büyük Millet Meclisinde ispat olunmuştur. (…) Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir. Turancılar, Türk Milletini bütün komşulariyle onulmaz bir surette derhal düşman yapmak için birebir tılsımı bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk Milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette Cumhuriyetin, bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar, genç çocukları ve saf Vatandaşları aldatan fikirlerini Millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemiyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve çok aldanacaklardır. (…) Dünya olaylarının bugünkü durumunda Türkiyenin ırkçı ve Turancı olması lâzım geldiğini iddia edenler hangi millete faydalı, kimlerin maksadına yararlıdırlar? (…) Bu hareketlerden yalnız yabancılar faydalanabilirler. Fesatçılar, yabancılara bilerek mi hizmet ediyorlar?”79
1944 yılı ırkçı-Turancı olayları üzerine yerli basında da birtakım eleştiriler yapılmıştır. Falih Rıfkı Atay, Ulus gazetesinde “Irkçılık ve Turancılık” başlıklı makalesinde bu akımın tehlikelerine dikkati çekmektedir: “Türkiye’yi içinden dağıtıp tahribetmek için gökten bir belâ ısmarlansa, ırkçılıktan beteri inemez. Bu Türkiye’yi, dışında, can düşmanları ile çevirtmek için ikinci bir belâ ısmarlansa, İslâm ittihatçılığı ham hayalinin yerine Turancılık ütopyasını geçirmekten âlâsı bulunamaz. (…) Türk gençliğine ırkçılık ve Turancılık cereyanlarının aslını faslını, yabancılığını ve tehlikelerini apaçık anlatmak lâzımdır.”80 Hüseyin Cahid Yalçın, Tanin gazetesinde “Turancılık hareketi” başlıklı makalesinde birtakım tespitlerde bulunmaktadır: “Turanın hudutları hiçbir zaman çizilmemiştir. Hattâ bu bapta sarih bir fikir ve münakaşa bile yürütülmemiştir. Bu, tamamen edebî ve hissî bir mevzu olarak kalblere ümit ve kuvvet verecek bir âmil sıfatiyle siyasi hayatımızda bir rol oynamıştır (…) Birinci Cihan Harbindeki mağlubiyet Osmanlı İmparatorluğunu ortadan kaldırdığı gibi o imparatorluğun kurtulması için bir alet olarak düşünülmüş ve hiçbir zaman ciddî ve fiilî bir gaye olarak ele alınmamış olan büyük Turan hülyalarına ve seraplarına da nihayet verdi (…) Türk kavimlerini siyaset bakımından birleştirmek ve idaremiz altında toplamak dâvası namına Çin hudutlarına kadar gitmeğe mi kalkacağız? Buralara turist sıfatiyle gitmek bile kolay bir iş olmadığına göre, harbede ede, memleketler fethede ede erişmek lâzım geleceğini bittabi bilmemiz iktifa edecektir. Azıcık ameli ve ciddî bir düşünce Turancılığın ne kadar ham bir hayal olduğunu göstermeğe kâfidir. Sadace coğrafya ayrılıklarını ortadan kaldırmak bile imkânsızdır.”81 Hüseyin Cahid Yalçın, “Türkçülük ve ırkçılık namına yapılan tahrikler” adlı makalesinde: “Irkçılık ve Turancılık iki zehirden başka bir şey değildir” demektedir.82 M. Zekeriya Sertel, “Cumhur Reisimizin gençliğe hitabesi hakkında” adıyla yayımladığı bir yazısında “Irkçılar ve Turancılar gizli tertipler ve teşkillere başvurmuşlardır” demekte idi.83 Necmeddin Sadak, “Gençliği Koruyalım” başlığıyla adını verdiği yazısında: “İslamcılık, Turancılık,, ırkçılık gibi fikirlerin ilme, tarihe, coğrafya’ya, siyasete aykırı olmaları bunların kolaylıkla inan kaynağı haline gelmelerine engel değildir.,,84 Asım Us, “Gizli Turan Cemiyeti şeklinde bir fesat şebekesi” adını taşıyan yazısında: Gizli Turan cemiyetinin elebaşılarından olan fesatçılar alttan alta cumhuriyet rejimine suikast hazırlarken memleketin sâf ve mâsum kütlelerini aldatmak için milliyetçi bir cumhuriyetçi kıyafetine girmişlerdi. Gûya memlekette bir komünist tehlikesi varmış da hükümet vazifesini yapamıyormuş ve onun yapamadığı bu işi Nihal Atsızlar, Reha Oğuzlar, Zeki Velîdiler sadece hamiyet sevki ile yapmağa girişiyorlarmış..”85
KAYNAKÇA
(1) V.V. Barthold, “Müselman Dünyası Tarixinde Xezeryanı Bölgelerin Yeri”, Bakı 1999, s.16.
(2) Michael R. Mass, “Attila’nın Yaşına Dair”, Camridge Unıversity Press, Camridge 2014, s. 284.
(3) C.E. Bosworth, “Turan”, Encycloæpedia Iranica.
(4) Amadizay Hanat, “Baluçistan. Coğrafya, Tarih ve Etnografya”, Encyclopædia Iranica
(5) Adolf Helfferich, “Turan und Iran”, Frankfurt 1868, s.56, 59, 73.
(6) Scott Levi, “Ortaçağ Orta Asyasında Türkistan ve Turan”, Türkler C.I, İlk Çağ, Yeni Türkiye Yay., İstanbul 2002, s.560.
(7) Károly Czeglédy, “Turan Kavimlerinin Göç’ü”, çev. Prof.Dr. Günay Karaağaç, İstanbul 1999, s.29.
(8) Károly Czeglédy, age, s.162.
(9) Richard N. Frye ve Aydın Sayılı, “Selçuklulardan evvel Ortaşark’ta Türkler”, Belleten C.X, Ocak 1946, S.37, s.119.
(10) Richard N. Frye ve Aydın Sayılı, agy.
(11) V. Minorsky, “Turan” md. İslam Ansiklopedisi, Leyden tabı, C.12/2, s.113.(
(12) Dr. J. Marquart, “Eranşahr”, Berlin 1901, s.31-34.
(13) Dr. J. Marquart, age, s.190.
(14) İbn Havkal, “10.Asırda İslâm Coğrafyası”, terc. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yay., 1. Baskı, İstanbul 2014, s.253.
(15) İbn Havkal, age, s.254.
(16) Richard N. Frye, “The History of Ancient Iran”, München 1984, s.298.
(17) Richard N. Frye, age, s.307.
(18) Ernst E. Herzfeld, “Arcaelogical History of Iran”, London 1935, s.18.
(19) James Darmesteter, “The Zend-Avesta II”, Oxford 1883, s.226
(20) James Darmesteter, age, s.67, 71, 189.
(21) Mütercim Âsım Efendi, “Burhân-ı Katı”, TDK Yay., Haz. Prof.Dr. Mürsel Öztürk-Dr. Derya Örs, İstanbul 2009, s.785.
(22) İsmail Hami Danişmend, “Türklerle Hind-Avrupalıların Menşe Birliği” C.I, İstanbul 1935, s. 59.
(23) İsmail Hami Danişmend, age, C.I, s. 62.
(24) “Vocabularies English Arabic Persian Turkish Armenian Kurdish Syriac”, London 1920, s. 410-411.
(25) Kaşgarlı Mahmud, “Divanü Lûgat-it-Türk Dizini”, IV, 3.baskı, TDK Yay., Ankara 1991, s.655.
(26) Abdullah Taymas, “Divanü Lügat’it-Türk Tercümesi”, Türkiyat Mecmuası, 1954, C.11, s.90
(27) Ziya Şükûn, “Gencinei Güftar/Ferhengi Ziya” I, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1984, s.618.
(28) Bilal Aksoy, “Tarihsel Değişim Sürecinde Tunceli C.I”, Yorum Yay., Ankara 1985, s.156.
(29) Prof. Nimet Yıldırım, “Fars Mitolojisi”, Kabalcı Yay., İstanbul 2017, s.772.
(30) Ord.Prof. M. Şemseddin Günaltay, “İran Tarihi”, C.I, TTK Yay., Ankara 1987, s. 142.
(31) Ernest Seilleiè, “Le Comte de Gobineau et l’Aryanisme Historique”, Paris 1903, s.227.
(32) Raymond Furon, “İran”, çev. Galip Kemali Söylemezoğlu (Eski Moskova Sefiri), İstanbul 1943, s. 20.
(33) Firdevsi, “Şehname”, C.I, çev. Necati Lugal, Kenan Akyüz; MEB, İstanbul 1956, s.120.
(34) Minorsky, “Turan” md. İA. Bkz. ilk paragraf.
(35) “Avesta. Zerdüştilerin Kutsal Metinleri”, İng. Çev. Fahriye Adsay- İbrahim Bingöl, İstanbul 2012. Yaşt XIII/143.
(36) Prof.Dr. Nimet Yıldırım, “Zerdüşt’ün Kutsal Kitabı Avesta”: https: nyildirim. wordpress. com /2009/02/19/zerdustun-kutsal -kitabi-avesta/
(37) J. B. Tavernier, “XVII. asır Ortalarında Türkiye üzerinden İran’a seyâhat”, çev. Ertuğrul Gültekin, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul Eylül 1980, s.59.
(38) Ord.Prof.Dr. A. Zeki Velidi Togan, “Umumî Türk Tarihi’ne Giriş”, C.I, En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar, Enderun Kitabevi, 3. Baskı, İstanbul 1981, s.37.
(39) Ord.Prof.Dr. A. Zeki Velidi Togan, agy.
(40) İsmet Zeki Eyuboğlu, “Tanrı Yaratan Toprak Anadolu” 1. Baskı, İstanbul 1973, s.235.
(41) Naîmâ Mustafa Efendi, “Târih-i Na’îmâ”, C.II, Haz. Mehmet İpşirli, TTK Yay., Ankara 2007, s. 784.
(42) Dr. Kemal Çağdaş (Hindoloji Doçenti), “Sanskrit Okuma Parçaları ve Sözlük”, AÜDTCF Yay., Ankara 1969, s.123.
(43) Yusuf Has Hacip, “Kutadgu Bilig”, Manzum Mukaddime/30.
(44) İsmail Hami Danişmend, “Türklerle Hind-Avrupalıların Menşe Birliği”, C.I, Devlet Basımevi, İstanbul 1935, s.72.
(45) İsmail Hami Danişmend, agy.
(46) İsmail Hami Danişmend, age, s.73.
(47) Tuncer Baykara, “Türklüğün Eski Zamanları”, Genel Türk Tarihi, C.I, Ed. H.Celal Güzel-Ali Birinci, Ankara 2002, s.383.
(48) René Grousset, “Bozkır İmparatorluğu”, çev. Dr. Reşat Uzmen, Ötüken Neşriyat, 1. Baskı, İstanbul 1980, s.24.
(49) René Grousset, age, s.24.
(50) Ord.Prof.Dr. Reha Oğuz Türkkan, “Türk Tarih Tezleri”, Türkler C.I, İlk Çağ, Ankara 2002, s.593-594.
(51) Ehsan Yarshater, “Afrasiab”md., Encyclopaedia İranica.
(52) Firdevsi, “Şehname”, C.2, çev. Necati Lugal, MEB, İstanbul 1994, s. 389.
(53) Firdevsi, “Şehname”, C.2, çev. Necati Lugal, MEB, İstanbul 1994, s.269.
(54) Firdevsi, “Şehname”, C.I, çev. Necati Lugal-Kenan Akyüz, MEB, İstanbul 1956, s. 120.
(55) V. Minorsky, “Turan” md. Encyclopaedia of İslam, 1934 yılı, C.4, s. 881.
(56) Ferencz Pulszky, “Iran és Turan”, Athenaeum, yıl:3, sy.18 (1 Eylül 1839), s.276.
(57) J.W. Jackson, “Iran and Turan”, Anthropological Review, No: XXXI, April 1868, s.124.
(58) Gyula Németh, “Türklüğün Eski Çağı”, Türkler, C.I, Yeni Türkiye Yay., İstanbul 2002, s.542.
(59) Károly Czeglédy, age, s.92.
(60) Tarık Demirkan, “Macar Turancıları”, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2000, s.23.
(61) Fevziye Abdullah Tansel, “Ziya Gökalp Külliyatı-I Şiirler ve Halk Masalları” TTK Yay., Ankara 1989 s.78.
(62) Fevziye Abdullah Tansel, age,s.90.
(63) Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları”, Varlık Yay., İstanbul 1972, s.23.
(64) Ziya Gökalp, “Türk Medeniyeti Tarihi”, İstanbul 1976, s. 36.
(65) Ziya Gökalp, “Türk Uygarlığı Tarihi”, haz. Yusuf Çotuksöken, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1991, s.17.
(66) Ömer Seyfettin, “Turan Devleti”, 3.baskı, Su Yay., İstanbul 1980, s.25.
(67) Yusuf Akçuraoğlu, “Türkçülük”, Türk Yılı, Haz. Aslan Tekin-Ahmet Zeki İzgöer, TTK Yay., Ankara 2009, s.434.
(68) Melek Çolak (Doç.Dr.), “II. Dünya Savaşı Yıllarında Macar Yahudileri ve Türkiye (1939-1945)“, Karadeniz Araştırmaları, Güz 2000, S. 27, s.79.
(69) Jorge G. Blanco Vıllalta, “Türklerin Sanat ve Edebiyatı”, çev. Mustafa Kenanoğlu, Belleten, C.XL-S.159, Yıl 1976 Temmuz.
(70) Türk Ansiklopedisi, “Turancılık (Pantürkizm, Türkçülük)” md. Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1983, C.32, s.2-3.
(71) Nihal Atsız, “Bir Ansiklopedinin Büyük Yanlışları”, Ötüken, 11 Şubat 1975, S.4.
(72) agy.
(73) Hüseyin Nihal Atsız, “16 Devlet Masalı ve Uydurma Bayraklar”, Ötüken, 1969/S.65.
(74) agy.
(75) Adile Ayda, “ ‘Türk’ kelimesinin menşei hakkında bir nazariye”, Belleten, C.XL-Sy.158, Yıl: 1976 Nisan.
(76) Sinan Levent, “Japon Turancılığı”, Tarih Vakfı Yurt Yay., 1. bs., İstanbul 2016.
(77) Tarık Zafer Tunaya, “Türkiye’de Siyasal Partiler”, C.I, İkinci Meşrutiyet Dönemi, Hürriyet Vakfı Yay., İstanbul 1984, s.434.
(78) Ahmet Emin, Vatan, 29 Birinci Teşrin 1919; ayrıca bkz. Büyükdoğu, 17 Temmuz 1959.
(79) “Irkçılık-Turancılık”, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yay., Ankara 1944, s.6-8.
(80) Falih Rıfkı Atay, “Irkçılık ve Turancılık”, Ulus, 9 Mayıs 1944.
(81) Hüseyin Cahid Yalçın, “Turancılık hareketi”, Tanin, 19 Mayıs 1944.
(82) Hüseyin Cahid Yalçın, “Türkçülük ve ırkçılık namına yapılan tahrikler”, Biz ve Dünya, 22 Mayıs 1944.
(83) M. Zekeriya Sertel, “Cumhur Reisimizin gençliğe hitabesi hakkında”, Tan, 21 Mayıs 1944.
(84) Necmeddin Sadak, “Gençliği Koruyalım”, Akşam, 17 Mayıs 1944.
(85) Asım Us, “Gizli Turan Cemiyeti şeklinde bir fesat şebekesi”, Vakit, 25 Mayıs 1944.