Geleceğimiz
İnsanlığın geleceği sorunu herkesi yakından ilgilendiriyor. O nedenle de herkes bu konuda çözüm yolları arıyor, kuramlar üretiyor,bilimsel çalışmalarda bulunuyor. Bir bakıma insanlık tarihi bütünüyle bu sürece sahne olmuş; bir o ölçüde de tanıklık etmiştir. Tarihin ilk devirlerinde birtakım doğaüstü güçlerle sorunların üstesinden gelmek amaçlanırken Yakın Çağda bilimsel ve teknik çabalar giderek ivme kazanmıştır. Yeni arayışlar, yeni kuramlar ardı sıra belirmiş; buna karşın her defasında yeni yeni sorunlar da baş göstermiştir. Bu nedenle, her zaman olduğu gibi çözüm arayışları da hep güncelliğini koruyagelmiştir.
Önceleri beliren doğayla insan çelişkisinin yerini, giderek toplumların kendi aralarındaki ve kendi içlerindeki çelişkiler almış; bu amaca yönelik düşünsel yaklaşımlar ve silahlanma yarışı belirgin bir artış sağlamıştır. Öte yandan, eskiyen, işlevini yitiren düşünce akımlarının yerini yenileri almış; bu da diyalektik bir sürece dayalı olarak süregelmiştir. Çalkantılarla, acılarla, öfkelerle yoğrula doğrula bugünlere gelinmiştir. Bu uğurda amaç bellidir: İnsanlığa mutlu bir yaşam ortamı hazırlamak!…Oysa, kimileri bu yolda olduklarını öne sürerek dünyayı yaşanmaz hale getirmişlerdir. Sonuç olarak günümüzde atom ve nötron bombalarının yanı sıra kitlesel ölümcül silahları oluşturuncaya değin bu çabalar biteviye süregelmiştir. Kitlesel ölümcül silahlar insanoğluna yine kendi soydaşlarınca verilmiş bir “hediye”dir!…
Bağnaz ve katı kurallarla toplumları yönetmenin de, onları mutluluğa götürmenin de itibar bulmadığı bir çağda yaşamamıza karşın, inadımsı bir tutumla, bu katı anlayışlarını, bu bağnaz tutumlarını sürdüregelenler azımsanacak ölçüde değillerdir gezegenimizde.
Şurada burada kümelenmiş olanlar, aslında bireyi oldukları toplumları özgürleştirme, demokratikleştirme çabalarının ötesinde, toplumun ve toplumların kendi içlerinde ve kendi aralarındaki dayanışmayı baltalayıcı tutumlarıyla kendilerini toplumdan dışlamış, sonu belirsiz bir kaosa doğru kaplumbağa adımlarıyla olimpiyatlara soyunmuşlardır.
Bir tek bizim düşüncelerimiz doğrudur diyenler, o alanda azıcık eleştiriyi bile içlerine sindiremeyenler nasıl kalkıp da toplumsal gelişmelerin itici gücü olduklarını açıkça söyleyebiliyorlar!… Olumlu ya da olumsuz yönleriyle içinde yaşadığımız toplum bir yapıyı oluşturuyor. O yapıya çok yönlü eğilmedikçe, sadece bir cephesinden bakmaktansa hiç bakmamak daha iyidir.
Nasıl din adına insanlığa cennet adamak doğru değilse, aynı işi bilimsel olarak yaptığını sanmak da etik bir girişim değildir. Bilimsel tutum düşünceleri belirli kalıplara sığdırmaz. Çünkü, yaratıcı düşünmenin şablonları olamaz. Bireyler, bağlı oldukları toplumları bir bütün olarak gözlemlemek zorundadırlar. Aynaya bakan bir insan varsayalım; o insan eğer, “Bu saçlar benim; ama, bu favoriler benim değil” ya da “Bu gözler benim; ama, bu kaşlar benim değil” derse ne denli haklı sayılır? Toplumu esenliğe götüreceklerini varsayanların böylesine densizliklere düşmemeleri gerekir.
Bunalımın ağır bastığı toplumların genel yazgısıdır: bireyler düşlere dalar, bir an kendini o düşlerin içinde bulur; ama, gerçekleşemeyeceğini anlayınca da yine hüzün kaplar içini. İnsanların bir kısmı neden böylesine düşlerle avutmak ister benliğini? Neden alkolle, kumarla, falla, her türden büyüyle çözümler bulmayı aklından geçirir? Bir kısım insanlar da bu tür yönelimler içinde olmamakla birlikte, onlardan da ayakları yere basmaz düşünceleri öne sürenler çıkmaktadır. Demek ki, bireylerin somut istemleri yerli yerinde belirlenip karşılanma yoluna gidilirse, o türden düşlerin de direnci kırılır bir yerde…
Azıcık çaba harcanmasını gerektiren günümüz insanlarının sorunları çözülemeyecek değildir. Yeter ki, bu yönde çabalar sarf edilebilsin. Buna karşın, bireylere sorunların olmadığı pembe bir dünya sunulamaz. Tüm akılcı ve gerçekçi yöntemleri izleyenler gibi ben de böylesine mistik ve uhrevi bir ortamın oluşturulamayacağının bilincindeyim. Üstelik, tarih boyunca da böyle bir adak gerçekleşmedi ve gerçekleşmeyecektir. Yıllar geçtikçe toplumların sorunları farklı niteliklere bürünerek varlığını sürdüregider. Yaşamın deneyimlerinde uğraşılarla, savaşımlarla, uzlaşımlarla pişerek, insanoğlu daha bir yetenek, daha bir engin görüşle yola devam eder. Karşılaştığı sorunları çözmede ehliyetli, yarınını sezebilen, sezip de akılcı çözümler bulabilen aydın bir birey özelliği kazanır.
Dileğim o ki, artık bundan böyle dogmatik kuramların kitlelerin duygularını okşamamasıdır. Uygar olduklarını, aydın olduklarını benimseyenler, toplumu çağdaşlaştırma yolunda öncülük görevlerini, ancak somut bir geleceği kitlelere sunmakla yerine getirebilirler. Yoksa, “Dimyat’a pirince giderken evin bulgurundan olmak” çağdaş insana yakışır bir görev değildir. Gelişmenin basitten karmaşığa olduğunu yadsımıyorsak, karmaşıklaşan sorunları çok yönlülük perspektifiyle değerlendirmekle başarıya ulaşabiliriz. Öyle olunca da olumlu olumsuz yönler belirecek ve buradan da başarılı bir çözüme kapı açılmış olacaktır. Kitlelerin güveni ancak bu şekilde sağlanabilir.
O zaman karşınızdakiler “Hani nerede sizin şu pembe dünyanız” diyemeyeceklerdir. Çünkü, her ulaşılan başarıda ve çözümde olumsuzluklar da görülecektir. Değişimlerin kesintisiz bir yol izleyememesi toplumsal gelişmelerin doğal bir sonucudur. Yok eğer, toplumlara bağnazca kuramlar biçilirse daha işin başlangıcında iflasa sürüklenilir. Haklı değil mi, Şemsettin Sami : ” Bağnazlık, dünyanın pasıdır” derken?
Bilal Aksoy
25 Kasım 1983/Antalya