Evrensel Ülkü

              Yaşayan herkesin bir ülküye sahip olması en doğal hakkıdır. Doğal olmayan tek şey varsa o da başkalarını öldürme hakkıdır. Kendisiyle aynı düşünmüyor diye bir insanı hedef seçmenin ne dinsel ne de bilimsel hiç bir izah tarzı olamaz. Öyle inanıyorum ki, kişioğlu aynı görüşte olmasa bile farklı düşüncelere saygı açısından hoşgörülü bir tavır gösterebilir.  Bence uygar olmanın en az ölçütü budur.

            Kendimizden gayrısına hep önyargılı yaklaşırsak, söylediklerinin de tümden yanlış olduğu sanısına kapılırız. Bu da bizi sonu belirsiz karanlık sokaklara saptırır. Bundan korunmak istiyorsak, başkaları yanlış fikirleri savunsalar bile, doğruları da söyleyebileceklerini unutmamalıyız. Kendimizce olumlu bulduklarımızı söylediklerinde “Bak arkadaş! Sözün burasında bir diyeceğim yok.” ifadesini kullanabilmeliyiz. Karşımızdakinin her dediğinin mutlaka yanlış olacağını kestirerek dinlememezlik gibi insana uygun olmayan bir tavır sergilememeliyiz.

         Zorlama yollarla kimseye fikir benimsetilemez ve empoze edilemez.Düşünceler insan yaşamının deneyimlerinden doğarlar. Bir kez doğdular mı artık onları yok etmek olası değildir. Olsa olsa etkilemek ya da değişime uğratmak kabildir. İnsanlar ölür; oysa, fikirleri şu ya da bu ölçekte varlıklarını sürdüregiderler. Ancak, onları da zaman ve mekân ikilisinden soyutlayamayız. Hangileri nerede ve ne zaman etkin olmuştur; olmuşsa benimseniş nedenleri, toplumu oluşturan bireylerin istemleri gibi bir çok etkenin rolü söz konusudur.

          Evet, bilgi deneyimlerden doğar. Yalın gerçekler öyle ulu orta oluşmazlar. Ateşin yakıcılığını bize kavratmalarına rağmen elimizi yakmayanımız mı kalmıştır? Deneyler, çok zaman acı sonuçlarını birlikte getirmektedir. Can havliyle feryad edip, bağırıp çağırsanız da ne değişir acının acılığından!.. Ama elde ettiğiniz bir kazanım var; o da sizin acıyı bizzat yaşamanızdır; beş duyunuzla algılayıp kavramanızdır.

          İnsanın benimsediği ülküler değil midir kendini ateşe attıran, baldıran zehirleri içmesine neden olan? İşte Sokrates, Hypatia, Bruno Galile, Kopernik ve diğerleri… Siz de bir kez inandıragörün kendinizi neleri göze alamazsınız ki!.. İnsan ne çekmişse bu uğurda çekmiş, ne hayaller kurmuşsa bu açıdan kurmuştur.Thomas Campanella’dan Thomas Morus’a kadar insanın iyiliği, mutluluğu, sevinci uğruna pembe dünyalar aranır olmuştur. Kimileri gezegenimizi pembe görmek istemiş, kimileri de tozpembe..

            Dünyayı hepten pembe görme istemleri iyi niyetli çevrelerin hayalleri olarak kalmıştır. Onlara göre her yer bir “Güneş Beldesi” olsun. Hiç sorunlar kalmasın, güllük gülistanlık olsun… Hayaller her zaman gerçek olsaydı sorunlar kalır mıydı gezegenimizde? Bunun yanısıra dünyayı tozpembe görmek isteyenlerin insanlığa verdikleri zararlar tarihin utanç sayfalarını oluşturmuştur. Ayakları yeri tutmayan bu maceraperestler serüvenci düşleri uğruna insanlık alemini bir kumar masası sanmışlardır. Her şeyi  bir anda çözümleme istekleri, iradeci yaklaşımları böylelerini sonu belirsiz yollara itmiştir. Önüne bakmadan adım atanlar da dereyi görmeden paçayı sıvayanlar da başarısızlığa ve karamsarlığa mahkûmdurlar.

          Bilmem katılır mısınız? Kişi en çok da gençlik dönemlerinde şu ya da bu düşünce kalıbına sıkıca bağlı kalır. Oysa, yaşam deneyimleri arttıkça dünyaya bakış açıları da dar açı olmaktan çıkar; daha gerçekçi, akılcı ve çözümleyici bir nitelik kazanır. Her tutku gibi ülküsel tutkular da ya amacına ulaşır ya da hüsranla sonuçlanır. Yaşadıkları sürece başarıyı, mutluluğu, doğruluğu yakalayamayanlar başka yollara saparak başka yöntemleri klavuz edinirler.

          Bir insanı iyiye, güzele ve doğruya götüren ülkülere bağlanmak elbette yadırganamaz. Ama, ya onu çıkmaza itenler?..Mussolini ve Hitler’inkiler de birer ülküydü. Oysa, insanlığı bir ateş çemberine sokarak bu dünyadan kovuldular. Başka türlü de beklenemezdi. Yayılmacılık, ırkçılık ve bencillikle yeryüzünde bir tek  kendilerinin kalmalarını tutturanların düşleri ham hayal idi. Böylesine düşlerin çekiciliğine kendilerini kaptıranlar gözlerini dört açıp yaşadığımız dünyanın sorunlarıyla azıcık tanışsalardı iyi ederlerdi. Büyük olma isteği insanı bazen hak ettiği yere, bazen de sonu belirsiz uçurumlara sürükler.

          İnsana saygıyı öncelikle benimseyen her düşün sahibi tartışabilir, ortak yanlar bulabilir; yeter ki uygarca uzlaşımın gereğini yerine getirebilsin. En istenilir olan, en ideal olan toplumsal değişmelerin uygarca olmasıdır. Böyle olmasını isteyen herkes üzerine düşen görevi katıksız başarabilmelidir.

         Yakıştırmalarla, çekiştirmelerle,kişilerin hiç de söylemediği sözleri söylemiş gibi kamuoyuna  açıklamakla, erdemli insanları edepsizce karalamakla insan ilişkilerinde temel olan köprüleri yıkmakla iyi bir yere varılamaz. Üstelik, mutlu ve huzurlu bir toplum da oluşturulamaz. Değil mi ki, mutluluk ve huzur toplumun bireylerinin mutlu ve huzurluyuz diyebildikleri an söz konusudur.

          Tasarılarımızın, düşündüklerimizin somut bir gerçekliğe kavuşmasını istiyorsak, toplumsal yapının gereklerine uygun davranmalıyız. Toplumu inandırabilecek; ancak aldatmayacak içten yaklaşımlarla çözüm yolları oluşturulabilmelidir. Bir toplumda, her türden zor kullanımı benimseyenler; düşünceleri, önerileri halktan destek görmeyenlerdir. Bireyler için de kurumlar için de aynı gerçeklik belirmektedir. Çünkü, doğru düşüncelerin, sağlıklı  çözümlerin zora gereksinimleri giderek azalmaya yüz tutar. Doğru olmayan savların aldatıcılığı çok sürmez. Abraham Lincoln’un dediği gibi : “Kimi insanları her zaman, bütün insanları da kimi zaman kandırabilirsiniz; ama, bütün insanları her zaman kandıramazsınız.”

 

Bilal  Aksoy

23 Ekim 1983/Antalya