İnsan Hakları

          İçinde bulunduğumuz hafta İnsan Hakları Haftasıdır. Her yıl 10 Aralık gününün bulunduğu hafta İnsan Hakları Haftası olarak kutlanmaktadır. Çünkü, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve 30 maddeden oluşan “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin yayımlanmasıyla insanlık tarihinde kayda değer bir olay gerçekleşmiştir. 63. yıldönümünde bulunduğumuz bugünün önemi ve anlamı bizler için gözardı edilecek boyutlarda değildir. Bu bağlamda, insan hakları denince insanlar arasında ırk, din, renk, yaş, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın sevgi, dostluk, saygı duygularını geliştirmek, insanın insan olma haysiyeti ile sahip olması gereken haklarının tümü ifade edilmektedir.

          İnsan hakları ile ilgili hukuksal düzenlemeler tarihin çok eski çağlarına dek gitmektedir. İlk Çağın birçok topluluğu bu alanda birtakım düzenlemeler yapmışlardır. Sumerliler, Akkadlılar, Asurlular, Hititler gibi adı saymakla azımsanmayacak olan bu toplulukların mevzuatlarında insanın insana karşı zor kullanımını engelleyen maddeler yer almaktadır.

          Yalnız resmi hukuksal düzenlemeler değil, dinler de insanların zulme ve baskıya uğratılmasını engelleyen ilkeler temele almışlardır. Hiçbir din kendi mensuplarına, inançlarını zorla yaymalarını buyurmamıştır. Fakat, buna karşın, tarihte farklı inanç taraftarlarının büyük çoğunlukları, savaşa başvurarak ötekileştirdikleri kesimleri zorla sindirmeye gayret etmişlerdir. Tarihte din savaşlarının yerini sonraları milliyet savaşları almıştır. Fransız İhtilâli sonrası, emperyalizmin bir ürünü ve dayatması olan milliyetçilik akımının küresel ölçekte gelişmesiyle, gezegenimizde meydana gelen milliyet savaşları da tıpkı din savaşları gibi acı, ızdırap, kan, sefalet giderek kitle katliamları ve soykırımlarla neticelenmiştir.

          Oysa, içinde bulunduğumuz zaman diliminde bir insan kitlesini bir başka insan kitlesine düşmanlaştırma, üstün kılma, yok sayma, kültürünü asimile etme, kendi öz dilinde kendini ifade edebilmesinin önündeki engellerin tasfiye edilme sürecinin hızlandığına tanık olmaktayız. Diktatoryal rejimlerin;  kendi halklarından gelen tepkilerin ve uluslararası konjonktürün de etkisiyle birer birer çöküşe uğradıklarına tanık olmaktayız. Bu süreçle birlikte, tüm dünyada küresel ölçekte demokrasi ve insan hakları prensipleri giderek saygınlık kazanmaktadır.

          Tarihe baktığımızda hem ülkemizde hem de dış dünyada insan haklarıyla ilgili birtakım bildirilerin ilan edildiklerini görmekteyiz. Bu cümleden olarak, İngiltere’de 15 Haziran 1215’de Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Bildirisi) ilan edilmiştir. Bu bildirge,63 maddeden oluşmaktadır. Bu maddelerden ikisini örnekleyecek olursak; 39. ve 40. maddelerde insanların adil yargılanmalarından ve adaletin gecikmemesinden söz edilmektedir.

          1628’de İngiltere’de bu kez de Haklar Bildirisi yayımlanmıştır. Bu bildiriyle İngiltere kralı I.Charles’ın yetkileri parlamento tarafından sınırlandırılmıştır. Kral ile parlamento mücadelesi 1640’lara değin sürmüş ve parlamentonun zaferiyle sonuçlanmıştır. İngiltere’de 1679’da ise Habeas Corpus Yasası ile yurttaşlar keyfi tutuklamalardan korunmuş oluyordu. 1689’da Hoşgörü Yasası, 1701’de Taca Geçiş Yasası yayımlanıyordu. Hoşgörü Yasasıyla farklı inanç kesimlerine hoşgörü ve bu alanda her türden ayrımcılığın reddi esas alınıyordu. Taca Geçiş Yasası ise kralın yani bir başka deyimle monarkın tacı ve mirasıyla ilgili düzenlemeler içeriyordu.

          İngiltere’deki gelişmeler Amerika’yı da etkiliyordu. Bu nedenle, 12 Haziran 1776 günü Virginia Haklar Bildirisi ilan edildi. Virginia Haklar Bildirisi’nin başlangıç kısmını oluşturduğu Virginia Anayasası da yayımlandı. Bu anayasa oluşturulmadan önce 13 İngiliz sömürgesinin temsilcileri Philadelphia kentinde yapılan kongrede toplanıp her sömürgenin birer anayasa hazırlayıp devlet kurmalarını önermişlerdir. Virginia Haklar Bildirisi bireysel hak ve özgürlüklere ilişkin uzunca bir liste hazırlarken bunları üstün hukuk normlarıyla açıklamıştır. Ayrıca, Virginia Haklar Bildirisi, sonraları dünyanın bu yöndeki bildiri ve anayasalarını oldukça etkilemiştir.

          Kısa bir süre sonra, yani Virginia Haklar Bildirisi’nden 22 gün sonra 4 Temmuz 1776’da Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi açıklanmıştır. Bu beyannamede ilk kez ABD adı altında bir devletler topluluğundan  söz edildi. Thomas Jefferson tarafından kaleme alınanbu belge,  insanlığın ilk esaslı insan hakları belgesi sayılabilecek niteliktedir. Bu bildiride, bireysel hak ve özgürlükleri temele alan, siyasal eşitlik, yaşama, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı tanınmıştır. Bundan bir süre sonra da Fransa’da ihtilal oluyordu (1789).  Fransız İhtilâli’nin akabinde  1791 yılında İngiliz yazar Thomas Paine “İnsan Hakları” adlı bir kitap yayımlıyordu. Paine bu kitapta köleciliğe açık tavır almıştır. Ayrıca, mutlak monarşinin de gayri insani olduğunu ifade etmiştir. İngiltere ve Amerika’daki insan hakları alanındaki gelişmeler Fransa’yı da etkiliyordu. Fransız İhtilâli’yle birlikte 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ilan edildi. Bu bildiri ABD 1.Cumhurbaşkanı George Washington’ın yakın dostu olan Marquis de Lafayette  tarafından kaleme alındı. Thomas Paine de bu bildirinin hazırlanışına katkılarda bulunmuştur. Söz konusu bildirideki insan haklarıyla ilgili düzenlemeler, Amerika’daki beyannamelerden esinlenerek hazırlanmıştır. Bu açıdan,bu bildirgelerin tümüyle özgün oldukları söylenemez. Kaldı ki, buradaki maddeler tüm uygar ülkelerin anayasalarında da yer almıştır. İngiltere, Amerika ve Fransa’daki gelişmeler dünyanın diğer ülkelerini de şu ya da bu ölçüde etkilemiştir.

          Bizim ülkemiz de bu gelişmelerden payını almış; o zamanki adıyla Devlet-i Aliye’nin de insan haklarıyla ilgili olarak birtakım bildiriler ilan etmesine yol açmıştı. Ancak, bizdeki bu beyannamelere geçmeden önce, 26 Ağustos 1789’da kabul edilen ve toplam 17 maddeden oluşan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ndeki bazı maddelere bir göz atmakta yarar bulmaktayım: Madde 3 – Egemenliğin kaynağı halktadır. Hiçbir kuruluş, hiçbir kimse açıkça halktan kaynaklanmayan iktidarı kullanamaz. Madde 4 – Özgürlük başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir.  Madde 9 –  Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayılacağından tutuklanmasının zorunlu olduğuna karar verildiğinde yakalanması için zorunlu olmayan her türlü sert davranış yasa tarafından ağır biçimde cezalandırılmalıdır. Madde 10 – Hiç kimse inançları nedeniyle tedirgin edilemez.  Madde 11 – Her yurttaş serbestçe konuşabilir, yazabilir ve yayımlayabilir. Madde 16 – Hakların güven altına alınmadığı kuvvetler ayrılığının yapılmadığı bir toplumda Anayasa yoktur. Madde 17 – Mülkiyet dokunulmaz ve kutsal bir haktır.

          Ülkemizde Devlet-i Aliye’nin de Avrupa ve Amerika’daki gelişmelere paralel olarak demokratikleşme ve insan hakları prensiplerini benimseme çabaları olmuştur. Bu itibarla, 7 Ekim 1808’de Sened-i İttifak Beyannamesi imzalanmıştır. Sened-i İttifak’ın hazırlanmasında etkili olan Alemdar Mustafa Paşa 15 Kasım 1808’de Yeniçeriler tarafından öldürülmüştür. Söz konusu senet 7 madde ve bir ekten oluşmakta idi. 5.maddesinde fukaraya zulm edenlerin cezalandırılmasına ve terbiye edilmesine çalışılacağı belirtilmektedir. 7.maddesinde fukara ve reayanın vergilendirilmesinde aşırıya kaçmamak şart koşulmaktadır. Bir kısım hukukçular Sened-i İttifak’ı Osmanlı Devleti’nin/Devlet-i Aliye’nin ilk Anayasa metni saymaktadırlar.  1839’da Gülhane Parkı’nda ilan edildiği için Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı Hayriye denilen bir başka ferman yayımlanıyordu. Yaygın olarak Tanzimat Fermanı diye bilinen bu ferman padişah Sultan Abdülmecid adına Sadrazam Mustafa Reşid Paşa tarafından kaleme alınmıştır.  Yabancı devletlerin elçileri ve kalabalık bir halk topluluğu huzurunda okunup ilan edilmiştir. Bu fermana göre : ” Hiç kimse başkasının ırz ve namusuna saldırmayacaktır. Herkes malına, mülküne tam sahip olacak, bunları yaparken de devlet büyüklerinin müdahalesine uğramayacaktır. Birinin suçluluğunun saptanması halinde (…) suçlunun malları elinden alınıp varisleri miras hakkından yoksun bırakılmayacaklardır. Yüce devletimizin tebaası Müslümanlarla öbür milletler bu haklardan tam yararlanacaklardır.

          Çağdaşlaşma ve medenileşme yolunda bir diğer önemli düzenleme de Islahat Fermanı’yla yapılıyordu. 28 Şubat 1856’da Bab-ı Ali’de bütün bakanlar, yüksek memurlar, şeyhülislam, patrikler, hahambaşı ve cemaat ileri gelenleri önünde okunarak ilan edilen Islahat Fermanı, Sadrazam Ali Paşa’nın öncülüğünde Sultan Abdülmecid’in onayıyla Paris Antlaşması’ndan bir buçuk ay önce yasalaşıyordu. Islahat Fermanı’nın bir kısım maddeleri şunlardı: Madde 5 – Müslüman olmayan din adamlarına devlet maaş bağlayacaktır. Madde 10 – Mezhep, dil ve cinsiyet bakımından eşitlik ilkesi benimsenmiştir. Din ve mezhep yüzünden kimse aşağılanamaz. Madde 11 – Din ve mezhep değiştirmek için kimse zorlanamaz. İslam dininden çıkmak idamla cezalandırılamaz. Madde 12 – Devlet memurluğuna girişte din farkı gözetilemez. Madde 13 – Devletin askeri ve mülki okullarına gayrimüslimler de kabul edilecektir. Madde 15 – İşkence ve eziyet ve bunlara benzer muamelelerin yapılması yasaktır. Bunları emreden amirler ve memurlar cezalandırılacaklardır. Ayrıca, hapishane şartları iyileştirilecektir. Madde 16 – Gayrimüslimler de askerlik hizmetine tabi olacaktır. Ancak yapmak istemeyenler bedel vermek suretiyle nakden akçe vermek gibi mümkündür. Madde 18 – Yabancılar Osmanlı topraklarında mülk edinebilirler. Madde 19 – Gayrimüslimler de eyalet meclislerine girebileceklerdir.

          Bugün 63 üncü yılını kutladığımız İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ülkemizde 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla benimsenmiş, onaylanmış, okullarda ve diğer eğitim kurumlarında okutulması ve yorumlanması uygun görülmüştür. Bakanlar Kurulunun bu kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu beyannamenin 5. maddesinde kimseye işkence yapılamaz; zalimce insanlık dışı, aşağılatıcı ceza ya da işlem uygulanamaz denilmektedir. 19. maddesinde herkes fikirlerinde ve fikirlerini açıklamada özgürdür denilmektedir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu maddelere benzer 30 maddeden oluşmaktadır.

          İnsan hakları düşüncesini “doğal haklar” adı altında ilk kez temellendiren İngiliz filozofu John Locke’dur. Doğal haklar düşüncesinin oluşmasında Stoacıların ve Ortaçağ Hristiyan doğal hukuk anlayışlarının etkileri olmuştur. XIX.yy.’da ise İngiliz filozofu John Stuart Mill’in olağanüstü katkılarını gözden ırak tutamayız. Hiç kuşku yok ki, Charles de Montesquieu ve Jean-Jacques Rousseau gibi Fransız düşünürleri de bu alanda yabana atılamaz. XX.yy.’da insan hakları sistematik bir biçime büründürülmüş; bir başka deyimle insan haklarının anayasa ve yasalarla güvence altına alınma gayretleri gözlenmiştir. Bu açıdan, sosyal bilimcilerce ilk  anayasa sayılan 1917 tarihli Meksika Anayasası’dır. Bunu 1919 Weimar Anayasası, 1920 Estonya ve Çekoslovakya, 1921 Yugoslavya ve Polonya ve 1932 Romanya anayasaları izlemiştir. Ülkemizdeki ilk anayasalar da bu dönemde hazırlanmıştır.

          Tüm bu gelişmelerden sonraki bir süreçte Türkiye Cumhuriyeti de birtakım insan haklarına dayalı sözleşmeleri imzalamıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:  -Soykırım Suçunun Önlenmesine Dair Sözleşme (9.12-.1948); – Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (4.11.1950); – Kadınların Siyasi Haklar Sözleşmesi (1952); – Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi (1979); – AGİK, Helsinki Belgesi (1 Ağustos 1975); –  İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ve Aşağılayıcı Muamele ve Cezalara Karşı Sözleşme (1984); – Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989); -AGİK Yeni  Bir Avrupa İçin Paris Şartı (21.11.1990); – Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Yasası (1992); – Kopenhag Kriterleri (22 Haziran 1993); – Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi (1995); -İnsan Hakları Uluslararası Yasası (2003).

          Öte yandan, insan hakları alanında çalışan evrensel kuruluşlardan başlıcalarını şu şekilde sıralayabiliriz:

          -Avrupa Konseyi; -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; -Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi; -Birleşmiş Milletler Türkiye Temsilciliği; -Kızılhaç; -Uluslararası Af Örgütü; -İnsan Hakları Avrupa Divanı; -İnsan Hakları Avrupa Komisyonu; -Lahey Adalet Divanı. Yerel kuruluşlar da resmi ve gayriresmi olarak ikiye ayrılmaktadırlar:   TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu; -Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı; -Adalet  Bakanlığı İnsan Hakları Bilgi Bankası; -Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Haklarından Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı;  – Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü; -İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığı İnsan Hakları İhlalleri İnceleme Bürosu; -Jandarma Genel Komutanlığı Jandarma İnsan Hakları İhlallerini İnceleme ve Değerlendirme Merkezi (JİHİDEM); -Emniyet Genel Müdürlüğü İnsan Hakları Şube Müdürlüğü; -Sağlık Bakanlığı İnsan Hakları Şube Müdürlüğü; -Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi; -Üniversitelerimizin insan hakları merkezleri; -Helsinki Yurttaşlar Derneği (İstanbul); -İnsan Hakları Derneği; -İnsan Hakları ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı; -Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneği; -Kadının İnsan Hakları Bilgi Merkezi; -Uçan Süpürge; -Uluslararası Af Örgütü Türkiye Temsilciliği; -Liberal Düşünce Topluluğu; -Türkiye İnsan Hakları Vakfı; -Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı.

          İnsan haklarıyla ilgili olarak 2 Aralık 2000 tarihinde il ve ilçelerde “İl İnsan Hakları Kurulu” ve ilçe bazında “İlçe İnsan Hakları Kurulu”  oluşturulmuştur. 23 Kasım 2003 tarihinden itibaren bu kurullar sivil bir yapıya dönüştürülmüştür.

          İnsan haklarının önemini düşünürlerin bu konudaki ünlü sözleriyle noktalıyorum: Sevgi insanlığın, şiddet hayvanlığın kanunudur (Gandi); – Haksızlığa yönelip bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli olup yalnız kalman daha iyidir (Gandi); – Her savaş insanlığın ilerlemesini engelleyen kötülük zincirlerine bir başka halka ekler (Einstein); -Yanlış yapmayan insan yoktur; insanlık yanlışını kabul ve düzeltmekle olur (Einstein); – Kendini olduğu gibi kabul etmek istemeyen tek varlık insandır (Aristoteles); – Başlıca üç çeşit insan vardır: Bilgisever, ünsever, parasever (Platon); – En kötü insanlar, birine muhtaç olduklarında dünyanın en iyi insanı kesilirler (Ebner Eschenbach); – Halkın sesi hakkın sesidir (Latin Atasözü); -Demokrasinin bütün hastalıkları daha fazla demokrasi ile tedavi edilebilir (Alfred E. Smith); – İnsan özgür olmadan mutlu olmaz (Dante); Beşeriyet milletim, yeryüzü vatanımdır (Tevfik Fikret); -İnsan, insanın efendisi olamaz (Epiktetos); -Dünya benim ülkem, insanlar benim kardeşim, iyilik yapmak da benim dinimdir (Thomas Paine); – Adaletin olmadığı yerde özgürlük, özgürlüğün olmadığı yerde adalet olmaz (Seume); -Özgürlüğünden vazgeçen kimse; insanlıktan, hak ve görevlerinden de vazgeçmiş demektir (J.J.Rousseau); – Soylu insan hak ve adaleti her şeyden üstün tutar (Konfüçyüs); – Bir tek kişiye yapılmış haksızlık tüm insanlığa karşı yapılmış demektir (Montesquieu); – Bana özgürlüklerin en büyüğü olan düşünce, inanç ve vicdan özgürlüklerini verin (Milton). İÖ.7.yy Çin bilgesi Lao Tse (Lao-zi) şu sözleri insan ilişkileri ve insan haklarına, bireylerin toplumsal uyumuna klavuz olabilecek niteliktedir : “Bilen konuşmaz/ Konuşan bilmez/Gözlerini yum/ Bütün kapıları kapa/ Sivrilikleri buda/ Karışıklığı gider/ Işığı ayarla/ Dünyaya uyum sağla.”

          İnsanların “bir ağaç gibi tek ve hür” yaşamalarının yolu karşılıklı haklarına riayet, empati, hoşgörü ve erdemlilikten geçmektedir. Medeni, müreffeh ve münevver bir yaşam standardı için el ve gönül birliğiyle türdeşlerimizle kardeşçe dayanışma bilincinde olmak, bizleri arzu ettiğimiz aydınlık günlerin banisi yapacaktır.                                                                      

Bilal  Aksoy              

10 Aralık 2011 / İzmir