Seyit Mahmut Hayrani
(Hacı Seydi Mahmud-ı Hayrani Veli: ? – Akşehir, 1268/1269)
Seyit Mahmut Hayrani
(Hacı Seydi Mahmud-ı Hayrani Veli: ? – Akşehir, 1268/1269)
Bilal Aksoy
2 Aralık 2019
Bir kısım kaynaklara göre, Selçuklu devlet adamlarından Mesut Paşa’nın oğlu olduğu iddia edilmektedir. Yazıcızade Ali1 ve Ahmed Eflaki2 ondan Seydî Mahmud diye söz etmektedirler. Kimi kaynaklarda ise Seyyid Mahmud Hayrân, Mahmud Hâyranî, Seyyid Mahmud bin Mesud diye geçmektedir.3 Bir başka kaynakta “Babası Selçuklu devlet adamlarından Mahmut Paşa’dır” deniliyor.4 Öyle anlaşılıyor ki, bu yanlış bilgi, bir başka yerden sehven alıntılanmıştır.5 Bir diğer ifadeyle Yusuf Küçükdağ, Hayrani’nin “Babası Selçuklu devlet adamlarından Mahmud Paşa’dır” diyerek Ethem Cebecioğlu’nun Diyanet İslam Ansiklopedisindeki “Mahmûd-ı Hayrânî” maddesini kaynak göstermektedir.6 Oysa, Cebecioğlu adı geçen yazısında şu ifadeleri kullanmaktadır: “…sandukasının üzerindeki kitâbeye göre babası Selçuklu devlet adamlarından Mesud Paşa olup dedesinin adı Mahmud’dur” demektedir.7 Bu takdirde, Küçükdağ’ın Cebecioğlu’ndan sehven bilgi aktarımı yaptığı anlaşılmaktadır. Çünkü, konuya ilişkin kaynaklar, Mahmud-ı Hayrani’nin babasının Mesud olduğunu ittifakla belirtmektedirler. Müneccimbaşı Ahmed Dede, Sarı Saltık’ın mürşidinin Hacı Bektaş-ı Veli değil, Seyyid Mahmud-i Hayrani olduğunu iddia etmektedir.8 Zeki Velidi Togan, Seyyid Mahmud-i Hayrani’yi yanlış adlandırarak Seyid Muhammed Hayranî diye söz etmiştir. Bununla birlikte; Togan, Abdülbaki Gölpınarlı’ya atfen Sarı Saltuk’ın mürşidinin Hacı Bekdaş-ı Veli değil, Seyid Mahmud-i Hayrani olduğuna değinmektedir.9
Akşehir’de bulunan Seyit Mahmut Hayrani zaviyesini ziyaret eden İbrahim Hakkı Konyalı, bu zaviyenin 1920’li yıllarda taç kapısının olduğunu sonraları bu taç kapının yıkıldığını belirtmektedir.10 Sarı Saltık, Nasreddin Hoca ile görüşmek için Akşehir’e uğradığında mürşidi olan Seyit Mahmud-i Hayrani’nin kabrini ziyaret etmiştir.11 Seyit Mahmut-i Hayrani ve yakın çevresini anlattığı ileri sürülen “Menâkıb-ı Seyyid Mahmûd-ı Hayranî” adlı eserin günümüze kalmadığı söylenmektedir.12 Bu arada, Muhyiddin tarafından 1475 yılında yazıldığı söylenen “Hızırname” adlı bir yazma eserde, Seyit Mahmut Hayrani zamanın ulu evliyasından sayılmıştır. Hiç şüphe yok ki, hocası Mahmut Hayrani’nin ölümü Mevlâna üzerinde oldukça derin izler bırakmıştır. Bu nedenle, Hayrani’nin sandukasının üzerinde Mevlâna’nın beğenilen gazelleri yazılmıştır. Ayrıca, Hayrani kimi kaynaklara göre, Hacı Bekdaş-ı Veli’nin cenazesinde de bulunmuştur.
Tahir Harimi Balcıoğlu, Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat’ın mutasavvıf bir derviş olan Baba Merendi’ye bağlandığını iddia etmektedir.13 Ayrıca, Anadolu’daki mutasavvıfların rollerine değinirken de Akşehir’deki Mahmut Hayrani den de söz etmektedir.14 Bektaşilik üzerine araştırmalarıyla tanınan ve uzun süre Anadolu’da kalan Amerikalı araştırmacı John Kingsley Birge (1888-1952), Mahmut Hayrani ile ilgili olarak üstadın bir “mucize”sini aktarmaktadır: “Üçüncü mucize Bektaşi ananesinde en meşhur olanıdır, Akşehirli Seyit Mahmut Hayran’ın Hacı Bektaş’ı duyup tanışmak için gittiği zaman meydana gelmiştir. Hacı Bektaş’la buluşmak için Akşehir’den çıktığında kendi gücünü göstermek için bir aslana binmiş, eline de kamçı olarak bir yılan almış ve beraberinde üç yüz molla götürmüştü. Bektaş, altta kalmamak için, seccadesini büyük bir kayanın üzerine sermiş ve bu duvar gibi duran kayaya yürümesini emretmiştir. İki kutsal adam buluştuklarında, Hacı Bektaş, bir hayvana binip onu sürmenin cansız bir kayayı yürütmek gibi gerçek bir mucize yanında basit kaldığına işaret etmiştir. İkisi de inip konuşmuşlar, kaya da belki bugüne kadar görülebileceği gibi orada kalmıştır.15 “Elvan Çelebi Menakıb-nâmesi”nde Seyyid Mahmûd-i Hayrâni ile Hacı Bektaş arasındaki ilişkilere de değinilmektedir.16
“Sarı Saltuk, Câmi’üd-Düvel’e ve Saltuk-Nâme’ye göre Seyyid Mahmûd-ı Hayrânî’nin halifesidir; Barak Baba’nın da mürşididir.”17 Gölpınarlı, Hayrânî öldüğünde Yunus Emre’nin yirmi dokuz yaşında olduğunu nakletmektedir.18 Bir rivayete göre, Seyit Mahmut Hayrâni üç yüz Mevlevî dervişi yanına alarak Hacı Bektaş-ı Veli’yi ziyaret etmiştir.19
Bir başka yerde şu anlatımlarla karşılaşmaktayız: “Hacı Bektaş, geri Rum’a geldi. Rum’da olan erenler karşılamaya çıktılar, alıp oturdukları yere getirdiler. Hacı Bektaş, oraya yerleşti. Şimdi orada yatmakta. (…) Hacı Bektaş oraya yerleştiğinde bir kişi daha vardı, Seyyid idi. Adına Mahmud Hayran derlerdi. Kıravan (Karaman B.A.) ilinde, Akyanos (Akşehir B.A.) şehrinde bir zaviyede otururdu. (…) Acem’de bir kişi daha vardı. Bazıları, Rum’dan idi derler. O erin adına, Karaca Ahmed derlerdi. Gürbüz er idi.”20 Bu rivayete rağmen, Seyit Mahmud-i Hayrani, bir mutasavvıf olarak karizmatik özelliğe sahip bir şahsiyetti. Tunceli yöresindeki Kureşan aşireti kendi ataları olarak Hayrani’yi saymaktadırlar. Yerel anlatımların bir kısmında, Hayrani’nin Kureyş’in kendisi olduğu öne sürülmektedir. Hayrani’nin Mazgirt yöresinde bulunuşuna ve faaliyetlerine dair arşiv belgeleri henüz bilinmemekle birlikte, kendisinden bu yöreyle ilgili olarak yoğun bir şekilde söz edilmiş olması, arada bir münasebetin olabileceği noktasına bizleri vardırmaktadır. Buna karşılık, farklı kaynaklarda Hayrani ile ilgili olarak birbirinden farklı açıklamalar bulunmaktadır. Söz gelimi, Nejat Birdoğan, bazı yerel anlatımlardan yola çıkarak Mahmut Hayrani’nin liderliğindeki taraftarlarının Horasan’dan gelerek Mazgirt’in Bağin kasabasına yerleştiklerini aktarmaktadır.21 Birdoğan, Hacı Kureyş’in Seyyid Mahmud Hayrani’nin oğlu olduğunu öne sürmektedir.22 Bağin ve mücavir alanda bulunan köylerden biri Karakoçan’ın Seymamudan köyüdür. Seymamudan köyünün adı Pamuklu olarak değiştirilmiştir. Mazgirt’te bağlı İbimahmut köyü yerel halk arasında İwimamud diye söylenmektedir. Yine Karakoçan’a bağlı Mahmutlu köyü bulunmaktadır. Bu Mahmut’lu köy adlarının Seyit Mahmut Hayrani ile ilişkili olmaları mümkündür. Erzincan Valisi Ali Kemali, 1932 yılında yayımlanan “Erzincan Tarihi” adlı kitabında Kureyşan aşiretine ilişkin açıklama yaparken şu ifadeleri kullanmaktadır: “Kureyşan: İmami Musa Kâzım evlâdından, Şeyh Seyyit İbrahimi sanî, Şeyh Mahmudi Hayranîye müntehi olup, hali hazırda 14 kabiledir. Başlıca şubeleri: Adıyaman’da Şeyh Müşür oğlu evlâdı, Derviş Halil, Derviş Cemal, Derviş Cevr’dir.”23Burada geçen Seyit İbrahim adının İwimahmud (İbi Mahmut) köy adıyla ilişkili olması olasıdır. Öte yanda, Kibar Taş, “Kureyş’in (Seyyid Mahmud-ı Kebir) tek başına değil de ismi Kureyş olan bir aşiret içinde geldiği, bu aşiretin bir kısmının Tunceli’de kaldığı, bir kısmının da Orta Anadolu’ya yayıldığı…” yönünde açıklamalar yapmaktadır.24 Taş, “16.asrın sonuna gelindiğinde Konya Sancağı’na bağlı Kureyş Kazası’nı görüyoruz” diyerek Tunceli’ndeki Kureşanlılar ile Konya Sancağının Kureyş Kazası ve Akşehir’deki Kureyş cemaatı arasında bir bağlantı görmektedir.25 Buna karşın, Osmanlı arşiv belgelerinde Akşehir Sancağı’nda Kureyş, bir cemaat adı değil bir aşiretin adı olarak kaydedilmiştir.26 Tasavvuf ekolünün öncülerinin Dersim coğrafyası üzerinden Anadolu’ya dağıldıkları, yıllardır incelediğim materyallerden algıladığım bir durumdur. Mevlâna Celaleddin’in de bu yöreden Konya’ya gittiği anlaşılmaktadır. Selçuklu araştırmalarıyla şöhrete ermiş olan Fransız tarihçi Claude Cahen de bu realiteye dikkati çekerek Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’in 1222’ye dek Erzincan yöresindeki Akşehir’de yaşadığını açıklamaktadır.27 Erzincan Akşehir’i Batı Dersim yöresi idi. Selçuklu sultanı Alaaddin-i Keykubad mutasavvıfları koruyan ve kollayan bir hükümdar idi. Mazgirt yakınlarında Orta Çağın ünlü bir kalesi ve kasabası olan Bağin’de onlarla toplantılar yapmıştır. Bu mutasavvıflar arasında Seyyid Mahmud-i Hayrani de bulunuyordu. Polonya asıllı Rus diplomat ve Doğu bilimci Bazil Nikitin (1885-1960), “Konya’daki dervişçiliğin (dervişliğin B.A.) kurucusu Celaleddin’in (Mevlâna’nın B.A.) etki alanı içinde yaşayan Erzincan’ın güneyinde, Dersim Dağları yükselir” dedikten sonra aynı sayfada devamla: “Konyada dervişçiliğin (dervişliğin B.A.) doğuşunu, uzun bir süre önce islamiyete kucak açmış ve türkleşmiş bulunan Kürtlerin âşiret inançlarının bir rönesansı, bir kalıntısı olarak düşünebilir miyiz acaba?” demektedir.28
Mazgirt ve mücavir alanda Seyit Mahmud-i Hayrani’nin faaliyetlerine ilişkin anlatımlar, nesilden nesile aktarımlarla bugüne taşınmıştır. Orta Çağın ünlü bir kasabası olan Bağin, bugün Mazgirt’e bağlı bir köydür ve adı Dedebağ olarak değiştirilmiştir. Orada Mahmut Hayrani’nin aşiret yöneticileriyle toplantılar yaptığı ve onlara inançsal birtakım telkinlerde bulunduğu anlatılmaktadır. Bu aşiretin hatırı sayılır insanları Mahmut Hayrani’yi önderleri, ataları ya da manevi liderleri olarak bilmektedirler. Kureyşan aşiretine mensup olan Aşık Davut Sulari de birkaç deyişinde Bağın Kalesi, Seyit Mahmud-i Hayrani ve Alaaddin Keykubad’dan söz etmektedir: “İlmin ışığıynan kâinat aydın/Hacı Seydi Mahmut Hayrani Veli/Namı nişanını dünyaya koydu//Hacı Seydi Mahmut Hayrani Veli// Menzilinden gördüm Bağın Kalası/Görünür kü ariflerin alası/Mümün kullar tutar matemi yası/Hacı Seydi Mahmut Hayrani Veli”29 “Şöhret Ali’nin şanıdır/Mahmut Hayrani kanıdır/İmam Cafer dükkânıdır/Girmeyeli nasılsınız”30 “Davud Sulari canlar canı/Mevlâna, Mahmut Hayrani/Pirimiz Veysel Karani”31 “Hacı Bektaş, Seyit Mahmut Hayrani/Hacı Bayram Veli, Veysel Karani/Davut Sulari der Pir Sultan hani/Çok hanedan bu toprakta yatıyor”32 “Ceddin Musa-i Kâzım Musa-i Sani/İbrahim Mükerrem ilkindir tanı/Nam-ı nişanı ver Mahmut Hayrane/Baba Veli oğlu Haydar Ağbaba// Mahmut Hayrani’den iki er geldi/Biri Seyit Gazi Antep’te kaldı/Seyit Hüseyin ise Ziğbe’ye geldi/Baba Veli oğlu Haydar Ağbaba”33
Seyit Mahmut-i Hayrani’nin Dersim coğrafyasıyla ilgili anlatımlarına paralel olarak, 1940’lı yıllarda bir grup Heyrani adlı yerleşim yeriyle karşılaşıyoruz. Bu bağlamda, Erzincan merkeze bağlı Başköy bucağının bir muhtarlığı Heyrani adıyla biliniyordu. Ayrıca, Erzincan’ın Tercan ilçesi Çirme muhtarlığına bağlı bir küçük köy de Heyrani adını taşıyordu. Erzincan’ın Tercan ilçesinin bir muhtarlığı Heyrani adıyla belirtilirken, Erzincan’ın Tercan ilçesi Kursan muhtarlığına bağlı bir kom ise Heyranik şeklinde kaydedilmiştir. Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Haran, Van’ın Çatak ilçesine bağlı Hıran köyü, Erzurum’un Hınıs ve Yozgat’ın Akdağmadeni ilçelerine bağlı Hayran köylerinin olduğunu belirliyoruz. Bu arada Sivas merkeze bağlı bir köy ile Samsun’un Vezirköprü ilçesinin Hayranlı isimli köylerinin olduğunu tespit ediyoruz.34 Seyit Mahmud-i Hayrani, Mazgirt’in Haran (=dağlık, dağlık yöre; yerel halk Xıran diyor) yöresinde faaliyetlerde bulunmuş ve bu yöre ile mücavir çevrede İbimahmut (<İw-i Mamut: Mahmut oğlu İbrahim ya da İw û Mahmut: İbrahim ile Mahmut), Seymamudan (Seyit Mahmut yeri; bugünkü Pamuklu), Mahmutlu gibi köy adlarıyla karşılaşmaktayız. Mazgirt’in Haran yöresinin Orta Çağda ünlü bir kasabası olan Bağin ve kalesi’nde Seyit Mahmud-i Hayrani’nin Selçuklu sultanı Alaeddin-i Keykubad ile birlikte yörenin aşiret reisleriyle toplantılar yaptığına ilişkin anlatımlar mevcuttur. Seyit Mahmut, Akşehir’e gittikten sonra Seyyid Mahmud-ı Haranî (Haranlı Seyyid Mahmud) olarak itibar görmüştür. Haranî namı sehven Hayranî diye telaffuz edilmiş olabilir. Kureyşanlıların anlatımlarında adı geçen Seyyid Mahmud-i Kebir’in Seyyid Mahmud Hayrani mi yoksa onun dedesi olan Mahmud mu olduğuna ilişkin sarîh bilgilerle karşılaşılmamaktadır. Öte yanda, bugün Elazığ’ın Karakoçan ilçesine bağlı Pamuklu köyünün değiştirilmeden önceki adı Seymamudan idi. Yerel anlatımlara göre Seymamudan adı Baba Mansur’un dört oğlundan biri olan Seyit Mahmut ile ilişkilidir. Söylentilere göre, Baba Mansur’un diğer bir oğlu Seyit İbrahim’dir. Ancak, bu aktarımların birtakım belgelerle desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Bu köy adlarının en azından bir ya da ikisinin Seyit Mahmud-ı Hayrani ile ilişkili olması da mümkündür. Birtakım belgelere göre, Hayrani’nin şeceresinde de Seyit İbrahim’den söz edilmekte ve dedesinin adının da Mahmut olduğu nakledilmektedir.
Seyit Mahmut-i Hayrani’nin mezar taşları ve üzerindeki yazılar Rıfkı Melül Meriç tarafından yıllar öncesinde yayımlanmıştı. Meriç, Akşehir’de bulunan Hayrani’nin mezar taşlarıyla birlikte Hoca Nasreddin-i Veli Efendi’nin de mezar taşlarında yazılanlara dair aktarımlar yapmıştır.35 Meriç, bu bilgiler çerçevesinde şu tespitlerde de bulunmuştur: “Seyyid Mahmud-u Hayranî türbesinin etrafındaki mezarlık, 1930-1931 tarihlerinde ‘Çocuk Bahçesi’ yapılmak üzere Belediye tarafından kaldırılmış ve mezar taşlarının ekserisi ötede, beride kullanılmıştır. Bin müşkilâtla kurtarabildiğim kıymetli taşlardan bir kısmı şimdi Seyyid Mahmud-u Hayranî Türbesiyle Taşmedresededir. Orta mektep avlusuna taşıttığım taşlardan bir kaçı, kayıdsızlık yüzünden talebe tarafından kırılmıştır. Belediye, Seyyid Mahmud-u Hayranî Mescidine bitişik çinili bir kapı kemerini de yıktırmıştır.”36 Pars Tuğlacı, “Bir müze görünümünde olan Akşehir’de ve çevresinde çok sayıda türbe ve mezar bulunmaktadır. Tahrip ve yok edilen bazı önemli mezar ve türbeler”i sıralarken bunlar arasında “Seyyid Mahmud-i Hayrani Türbesi civarındaki mezarlık” ile “Nasreddin Hoca Mezarlığı’ndaki taşlar”ı da belirtmektedir.37 Tuğlacı’ya göre, “Medreseleri lağveden ve kapatan yasanın uygulandığı tarihe kadar Akşehir’de 21 tane medrese bulunmaktaydı.”38
Timur, Anadolu’daki fetihleri sonrasında Ankara yakınlarındaki Çubuk Ovası’nda yenilgiye uğrattığı Yıldırım Bayezit’i Akşehir’e göndererek, birkaç doktor da yanına vererek özel ihtimam göstermişti. Bayezit, Akşehir’de 9 Mart 1403 Perşembe günü ölünce, Timur defin işlemlerinde yardımcı olarak, onun Akşehir’de Seyyid Mahmud-i Hayrani türbesine defnedilmesini sağlamıştır. Bayezit’in oğlu Musa Çelebi’ye de birtakım yardımlarda bulunan Timur, Musa Çelebi’nin babasının hükümdarlara yakışan bir törenle defnedilmesine öncü olmuştur.39
Seyyid Mahmud-i Hayrani Veli, Hacı Bektaş-ı Veli’den önce Anadolu’ya gelen bir ailenin ferdidir. Hacı Bektaş’tan önce Anadolu’da saygınlık kazanmıştır. Fuad Köprülü de bu realiteyi kabul etmektedir. Köprülü: “İşte bu Bektâşî an’anesine göre, Hacı Bektaş Velî, Rûm diyârına geldiği sırada, orada Seyyid Mahmud Hayrânî, Celâle’d-Din Rûmî, Hacı İbrâhim Sultan gibi birtakım büyük mutasavvıflar arasında, Emre adlı ‘kuvvetli velâyet sâhibi’ bir şeyh var idi” demektedir.40 Köprülü ayrıca, “Seyyid Mahmud Hayrânî, Hacı İbrâhim Sultan gibi büyük Anadolu mutasavvıfları”nın adlarından pek fazla söz edilmemesini “bunlar hakkında pek az şeye rastlanıldığını ve böyle bir tedkik için Anadolu’da şer’î kayıt ve sicillere dayanarak mahallî tedkikler yapılması lâzım olduğunu i’tiraf etmeliyiz” diye eklemektedir.41 Köprülü’nün sözünü ettiği Emre’nin Taptuk Emre olduğunu sanıyoruz. Öte yanda, iddia edildiğinin aksine Mahmut Hayrani’nin babası Mesud Paşa’nın, Selçuklu devletinin bir görevlisi olduğunu sanmıyorum. Paşa unvanının bir vakitler bir kısım velilere, mutasavvıflara verildiği görülmektedir: Aşık Paşa örneğinde olduğu gibi. Bu açıdan, kimi tasavvuf şairlerinin dizelerinde “Aşık Beşe, Tapduk Beşe” gibi ad ve unvanlar geçmektedir. Beşe’nin bir başka telaffuzu ise Rumların kullandığı şekliyle paşa idi. Alp Erenler ifadesini de ilk kez yazdığı tarih kitabında Aşık Paşa kullanmıştır. Bugün bir kısım ‘akl-ı evvel’lerin sandığı gibi alp eren, savaşçı erenler değildir. Bunlar evliyadandır; evliya olanın silahla, barutla, kılıçla, talan ve yağma ile işleri olmamıştır. Keltlerden kaynaklanan ve Göktürklerin de telaffuz edildiğini belirlediğim alp sözcüğü ‘ulu’ karşılığında kullanılmıştır. ‘Alp eren’ denilince de ‘ulu eren’ anlaşılmalıdır. Anadolu ülkesine ellerinde bağlama ve dillerinde deyişler terennüm ederek Türkçeyi de bunlar yaydılar. Unutulmamalıdır ki, bir dil silah zoruyla yayılamaz.
Osmanlı devlet erkânı, Seyyid Mahmud-i Hayrani Veli’nin mutasavvıflığına hürmet etmiş ve onunla ilgili yazışmalarında düzeyli bir üslup kullanmıştır. Bu açıdan, bir kısım vesikalarda “Akşehir’de medfûn eizze-i kirâmdam Kutbü’l-Ârifîn es-Seyyid Mahmud-ı Hayran-ı Veli kuddise sırruhû’l-aziz”” diye anılmıştır. Bu ifadeyi günümüz diliyle açıklamak gerekirse, ‘Akşehir’de gömülü bulunan ulu erenlerden âriflerin önde geleni Seyyid Mahmud-ı Hayrani Veli sırrı kutsal olsun’ denilmektedir.
Kimileri de, Seyyid Mahmud-ı Hayrani’yi İbnü’s-Serrâc’ın “Tuffâhu’l-Ervâh ve Miftâhu’l-İrbâh” adlı kitabına istinaden Rufaî olarak nitelendirmektedirler.42 Bu iddiaya katılmamız mümkün olamaz. Böyle bir iddia doğru bir görüş değildir. Irak’tan kaynaklanan ve cezbe halinde kendilerini şişleyen Rufaîlere Sarı Saltık’ı, Mahmud-ı Hayrani’yi, Yunus Emre’yi ve Mevlana’yı dahil etmek tutarlı bir yol değildir. Söz konusu kimselerin bu görüşlerini güvenilir olmayan kitabe ve kaynaklara dayandırmaları inandırıcı görünmemektedir. Çünkü, bunlar adı geçen evliyaların din ve mezhep tanımadıklarına ilişkin görüşlerini, deyişlerini ya da beyitlerini görmezden gelmektedirler. Rufaîler, Irak coğrafyasından kaynaklanan fanatik bir Arap tarikatıdır. Oysa, yukarıda saydığım evliyalar Deylem-Horasan kökenli ve kadim Dersim coğrafyasında organize olmuş Hak’tan başka otorite tanımayan; Hak aşkıyla tutuşan, bu nedenle de ‘aşıklara din ne hacet’ diyerek ‘aşık bilmez din diyanet’ neticesine varmış erenlerdir. Çünkü, bunların her biri birer ulu mutasavvıftır.
Araştırmacı Muharrem Bayar, İbrahim Hakkı Konyalı’ya atıfta bulunarak Seyit Mahmud-i Hayrani’yi Nakşibendi olarak nitelemektedir: “Bektaşi ananesinin kendilerinden saydığı Mevlana’nın, Bektaşi olmadığı gibi; Seydi Mahmut Hayrani de Bektaşî değil, Nakşibendidir. Çok sonraları zaviye ve tekkesinde Rufailer bulunmuştur. Hatta ‘Er-Rufai’ vasfı taşıyan mezar taşları vardır.”43 Ali Kozan, Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin zâviyesinin bakımını kimi zaman Rufailerin kimi zaman da Bektaşilerin üstlendiklerini belirtmektedir.44 Hacı Bayram-ı Veli’nin Ankara’da Ogüst Mabedi’nin bitişiğinde tekkesini açması gibi birçok Horasan ereni Anadolu’da Hristiyanlarca kutsal sayılan mekânlarda yer etmişlerdir. Mutasavvıfların Akşehir’e yönelmelerinin nedenlerinden en önemlisi, Akşehir’Akşehir Gölü tarihte Hristiyanlarca Kırk Şehitler Gölü olarak nitelendirilmiştir. Ramsay, Kırk Şehitler Gölü’nün bugünkü Akşehir Gölü olduğunu belirterek, söz konusu gölü Martyron adıyla anmaktadır.45 İngiliz tarihçi John Julius Norwich (1929-2018) yazdığı Bizans tarihinde Kırk Şehit Gölü’nün Akşehir Gölü olduğunu belirtmektedir.46 Buna karşılık, Bilge Umar, Kırk Şehit Gölü’nün Eber Gölü olduğunu iddia ederek47, kırk şehitlerin 838 yılında Halife Mu’tasım’ın ordusunun Konya ve Afyon yörelerinde giriştiği saldırılar sonucu öldürülen Hristiyan din adamları olduğunu belirtmektedir.48 Hristiyanların kutsal mekânlarında barınmaya başlayan Horasan erenleri ya da mutasavvıfları dinleri ve mezhepleri teferruat olarak görüp bir tek cenab-ı Hak’ın şemsiyesine sığınmayı gaye edinmişlerdir. Seyit Mahmud-i Hayrani ve Mevlana Celaleddin gibi bir mutasavvıf olan Yunus Emre de, tüm din ve inançlar ile bunların kutsal saydıkları kitaplara eşit mesafede bulunmuş, bu duruşunu şiirlerine de yansıtmıştır. Unutmamak gerekir ki, mutasavvıflarımızın hümanist felsefeyi esas alan görüşleri başka ülkelerdeki özgürlükçü düşüncelere de ışık olmuştur.
KAYNAKÇA
(1) Yazıcızade Ali, “Tevârih-i Âl-i Selçuk”, haz. Abdullah Bakır, Çamlıca Yay., İstanbul 2009, s.855.
(2) Ahmed Eflaki, “Menâkıb el- Ârifin”, C.II, çev. Tahsin Yazıcı, TTK Yay., Ankara 1980, s.605-606.
(3) Menderes Coşkun, “Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nâbi’nin Tuhfetü’l Harameyn’i”, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2002, s.166; Gelibolulu Mustafa Âli Efendi, “Kitâbü’t-Târih-i Künhü’l-Ahbâr”, haz. Ahmet Uğur vd., Erciyes Üniv.Yay., Kayseri 1997, s.96; “Velayetnâme-i Hazreti Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî”, müstensih. Derviş Ali Girîdî (H.1177/M.1764), Hacı Bektaş Yazma Eserler Kütüphanesi, No:119, s.95b-96b. Akt. Ali Kozan, “Türkiye Selçukluları Döneminde Akşehir’de Bir Sufi: Seyyid Mahmud Hayrânî ve Zâviyesi”, Vakıflar Dergisi, Aralık 2012/S.38, s.45.
(4) Yusuf Küçükdağ, “Seyyid Mahmud-ı Hayranî ve Akşehir’de Seyyid Mahmud-ı Hayranî Manzumesi”, İstem, 2004, Yıl:2, S.3, s.60.
(5) Ethem Cebecioğlu, “Mahmûd-ı Hayrânî” md., T. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
(6) Yusuf Küçükdağ, agy.
(7) Ethem Cebecioğlu, agy.
(8) Müneccimbaşı Ahmed Dede, “Tarihi Sahaifu’l Ahbar”, Topkapı Sarayı Nüshası, terc. H.F. Turgal, s. (vr.) 262-a; akt. Kemal Yüce, “Saltuk-nâme’de Tarihî, Dinî ve Efsanevî Unsurlar”, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1987, s.157.
(9) Zeki Velidi Togan, “Umumî Türk Tarihi’ne Giriş”, C.I, Eski Devirlerden 16. Asra Kadar, 3. Baskı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1981, s.269.
(10) İbrahim Hakkı Konyalı, “Nasreddin Hocanın Şehri Akşehir, Tarihî-Turistik Kılavuz”, İstanbul 1945, s.442.
(11) Ebül Hayr-i Rumi, “Saltuknâme II”, Haz. Şükrü Haluk Akalın, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., İstanbul 1988, s.386 (T-718).
(12) Ahmet Yaşar Ocak, “Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliyâ Menkabeleri”, Ankara 1984, s.45.
(13) Tahir Harimi Balcıoğlu, “Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları”, İstanbul 1940, s.188.
(14) Tahir Harimi Balcıoğlu, age, s.181.
(15) John Kingsley Birge, “Bektaşilik Tarihi”, çev. Reha Çamuroğlu, İstanbul 1991, s.43.
(16) Sadettin Buluç, “Elvan Çelebi Menakıb-nâmesi”, Türkiyat Mecmuası, C.XIX (1977-1979), İstanbul 1980, s.2-3.
(17) Abdülbâki Gölpınarlı, “Yunus Emre Hayatı ve Bütün Şiirleri”, T. İş Bank. Yay., İstanbul 2006, s.xxv.
(18) Abdülbâki Gölpınarlı, age, s. xxvııı.
(19) Hacı Bektaş Veli, “Vilayetnâme”, haz. Esat Korkmaz, Can Yay., 3. Baskı İstanbul 2006, s.96.
(20) Ebu’l Hayr-ı Rûmî, “Saltıknâme”, haz. Necati Demir- M. Dursun Erdem, Alioğlu Yay., İstanbul 2013, s.294.
(21) Nejat Birdoğan, “Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik” Hamburg 1990, s.227.
(22) Nejat Birdoğan, agy.
(23) Ali Kemali, “Erzincan”, İstanbul 1932, s.192.
(24) Kibar Taş, “Kureyşan Aşiretinin/Ocağı’nın 16. Asırdaki Kureyş Cemaati ile Tarihsel Bağlamdaki Yakınlığı”, OTAM, 43/Bahar 2018, s.243.
(25) Kibar Taş, agm, s. 238.
(26) Cevdet Türkay, “Başbakanlık Arşivi Belgeleri’ne göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaātlar”, İstanbul 1979, s.111.
(27) Claude Cahen, “Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler”, çev. Y. Moran, İstanbul 1979, s.254.
(28) Bazil Nikitin, “Kürtler”, çev. H.D ve A.S, İstanbul 1986, s.412.
(29) Güneş Yılmaz, “Davud Sulari ve Ozanlık Geleneğindeki Yeri”, Yüksek Lisans Tezi, Danışman Yrd.Doç.Dr. Ali Yakıcı, Ankara 2006, s.185.
(30) Güneş Yılmaz, age, s.227.
(31) Güneş Yılmaz, age, s.201.
(32) Güneş Yılmaz, age, s.145.
(33) Güneş Yılmaz, age, s.228.
(34) T.C. İçişleri Bakanlığı, “Türkiye’de Meskûn Yerler Kılavuzu”, C.I, Ankara 1946, s.502.
(35) Rıfkı Melül Meriç, “Akşehir Türbe ve Mezarları”, Türkiyat Mecmuası, Yıl: 1936, C.V, s.141-212.
(36) Rıfkı Melül Meriç, agm, s.142.
(37) Pars Tuğlacı, “Osmanlı Şehirleri”, İstanbul 1985, s.14 (Akşehir md).
(38) Pars Tuğlacı, agy.
(39) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Tarihi”, C.I, TTK Yay., Ankara 1988, s.279.
(40) Fuad Köprülü, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”, 3.basım, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara 1976, s.257.
(41) Fuat Köprülü, age, s.203-204/dp:30.
(42) Mehmet Saffet Sarıkaya- M. Necmettin Bardakçı- Nejdet Gürkan, “715/1315’de Yazılan Tuffâhu’l-Ervah’a Göre Sarı Saltuk, îlmi ve akademik araştırmalar dergisi, [2013/2], s.75-100; Necdet Tosun, “Yûnus Emre Rifâî, Hacı Bektaş Vefâî”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 2013, C.XIV, S.31, s.109-115.
(43) Muharrem Bayar, “Nasreddin Hoca’nın Etrafındakilerden; Hocası, Mürşidi Seydi Mahmut Hayrani Hazretleri (?-667/1269)”, Munzur, S.11 (2002/3), s.55.
(44) Ali Kozan, “Türkiye Selçukluları Döneminde Akşehir’de Bir Sufi: Seyyid Mahmud Hayrânî ve Zâviyesi”, Vakıflar Dergisi, Aralık 2012, S.38, s.48.
(45) William M. Ramsay, “Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası”, çev. Mihri Pektaş, MEB Yay., İstanbul 1960, s.151 (no:52).
(46) John Julius Norwich, “Bizans I-II-III”, çev. Hamide Koyukan-Selen Hırçın, Kabalcı Yayınevi 2012, I. baskı İstanbul 2013, s.501.
(47) Anna Komnena, “Alexiad”, çev. Bilge Umar, İstanbul 1996, s.492/dp. 1,2,4.
(48) Anna Komnena, age, s.71/dp.2.