Menbic Adı ve Tarihçesi
Bilal Aksoy
22 Haziran 2018/Ankara
Suriye’nin kuzeyinde bulunan Menbic, Halep’in 85 km kuzeydoğusunda yer alan bir kenttir ve Fırat’la bağlantılı olan Sacur çayının güneyinde bulunmaktadır. Menbic, ticari açıdan önemi olan tarihsel bir yolun güzergâhındadır. İlk Çağda paganizmin kutsal bir mekânı olarak ünlenmişti. Bu nedenle eski Yunanlılar tarafından ‘kutsal kent’ karşılığında Hieropolis olarak adlandırılmıştı. Hieropolis/Hierapolis adı kimi eski yazarlarca Erapolis olarak da aktarılmıştır. Aynı kaynaklar, Mnpeçn adıyla bugünkü Menbic’i dile getirmişlerdir. Oysa, söz konusu kent Asurlulardan bu yana biliniyordu. Menbicli Agapios bin Konstantin, X. yüzyılda genel bir tarih kitabı yazmıştır. Bu kitabında, Yakub’un oğlu Lavi’nin 31. yılında burada büyük bir mabedin yaptırıldığını ve bu işe Melike Samrin’in ön ayak olduğunu aktarmaktadır. Aktarılanlara bakılırsa, bu mabedde yetmiş rahip görev yapıyordu. Küçük Asya coğrafyasında Pamukkale ve Çemişgezek’te de Hieropolis antik kentleri mevcuttu. Alman Doğu bilimci Theodor Nöldeke (1836-1930), Menbic sözcüğü Sami kökenli ise, bu takdirde Menbic kentinin adının Süryanice mambog (kaynak) sözcüğüne bağlanabileceğini öne sürmektedir. Arapça menba/menbat (su çıkan yer) sözcüğü bulunmakla birlikte, Menbic adının bu açıdan ifade edilmiş olduğuna dair somut veriler belirtilmemektedir. Ahteri Mustafa Efendi, “Ahterî-i Kebir” adlı sözlüğünde ‘su çıkan yer’i menba olarak belirtirken Şemseddin Sami, “Kamus-ı Türkî” adını taşıyan sözlüğünde ‘bir suyun yerden çıktığı mahal, kaynak, pınar’ karşılığında memba demektedir. Bu sözcüğün doğrusu menba şeklidir. Öte yandan Eski Yunanlılar bu kente Hieropolis demekle birlikte, kimi zaman Bambyke adını da kullanmışlardır. Eski Yunanlıların kullandığı Bambyke adının çivi yazılı tabletlerde kaydedilen Bambuki adına dayandığını söyleyebiliriz. Çivi yazılı tabletlerdeki Bambuki adı için bkz. Bkz. Brit Mus., K 180, Johns Assyr. Deeds And Documents, nr.773; Chyne, Encycl. Bibl. bk. md. Carchemish. Söz konusu yerleşim yeri, sonraları Süryanilerce Mabbug şeklinde telaffuz ediliyordu. Bu bağlamda, Gregory Abu’l-Farac (Bar Hebraus) “Abul Farac Tarihi”nin birden çok yerinde bu yerleşim yerinden Mabbuğ diye söz etmektedir (s.23, 96, 167, 350, 438, 501, 574). “Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı” kitabının yazarı olan ünlü Bizantolog E. Honigmann, “İslam Ansiklopedisi” Leyden tabında yazmış olduğu “Menbic” maddesinde bu yerleşim yeriyle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Bumbuc (yerliler böyle telaffuz etmektedirler) harâbeleri eski çağın Bambyke‘sini ziyâdesiyle hatırlatmaktadır.” Aynı kaynakta Mebbuğ şekline de yer verilmiştir (s.152, 217). Ernst Honigmann’ın “Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı” adıyla Türkçeye çevrilen kitabı, 1935 yılında Brüksel’de Almanca olarak “Die Ostgrenze des Byzantınıschen Reiches von 363 bis 1071” başlığıyla yayımlanmıştı. Bu kitabın indeks kısmında Honigmann, Mnpiç, Manbiğ ve Mabbog olarak da adlandırılan bugünkü Menbic kent adının aslı olarak Bambyke adını göstermektedir. Honigmann, adı geçen kitabın 93, 96, 100/dpn.13, 110, 118-120, 131, 137/dpn.5, ve 142. sayfalarında Menbic‘e ilişkin açıklamalarda bulunmaktadır.
Tarihsel olarak bu kentte dokumacılığın mevcut olmasından dolayı Bambyke adı pamuk sözcüğüyle ilişkilendirilmektedir. Pamuk ekimi Sumerlilerden bu yana biliniyordu. Sumerliler pamuktan yapılma beyaz giysiler giyiyorlardı. İÖ. 2500’lerde Peru’da pamuk ekimi yapıldığına dair bulgularla karşılaşılmıştır. Menbic ve çevresinde de İlk Çağdan bu yana pamuk ekimi yapılmaktadır. Çivi yazılı tabletlerde de buradan Bambuki adıyla söz edilmesi adın kökeninde ‘pamuk’ ile olan ilişkiyi akla getirmektedir. Yeni bir farklı bulguyla karşılaşmadığım sürece bu kanıda olduğumu söyleyebilirim. Bununla birlikte gerek Nabatilerin Manbogita ve gerekse Süryanilerin Manbog adlandırılmaları Bambuki adından sonraları olduğunu sanıyorum. Kimi kaynaklar ise Aristoteles’in ‘ipek böceği’ karşılığında bombyz sözcüğünü kullandığını ve bunun da bugünkü Menbic adıyla ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir. Çünkü, Menbic kentinde ipek böcekçiliği de söz konusuydu. Selahaddin-i Eyyubi’nin kardeşi Şahinşah’ın soyundan gelen XIV. yüzyılda yaşayan Orta Çağın ünlü coğrafyacılarından Ebu’l-Fida, “Takvim’ul-Buldan” adlı kitabında “Menbih kelimesi Menbic şeklinde Arapçalaştırılmıştır. (…) İpek böceği yetiştirmek için çok miktarda dut ağacı vardır. Suru geniş, büyük olup surun ve beldenin çoğu haraptır” demektedir. Bkz. “Ebü’l-Fidâ Coğrafyası” (Takvim’ül-Büldan), Arapçadan çeviren Ramazan Şeşen, İstanbul 2017, s.229. Bununla birlikte, Yunancada ‘pamuk’ karşılığındaki bambaki ve ‘ipek kozası ‘karşılığındaki bombykio sözcüklerinin etimolojik açıdan aynı kökene dayandıkları görüşündeyim. Alman filozof, coğrafyacı ve tarihçi Karl Ritter (1779-1859), Aristoteles’in ‘ipek böceği’ karşılığında kullandığı bombyz sözcüğünün Menbic‘le ilişkili olabileceği görüşüne katılmamıştır. Orta Çağda, Araplar Menbic’de dokunan kumaşları Manbicaniya, Batılılar ise Bombassino (pamuklu dokumacılık) ya da Bombagio olarak telaffuz ediyorlardı. Yunanca bambaki ve mampaki sözcükleri ‘pamuk’ karşılığında telaffuz edilmiştir. Latince bombyx ‘ipek böceği’ni ifade ediyordu. Pamuk sözcüğü Farsça panbuk sözcüğünden Türkçeye intikal etmiştir. Bunun da Eski İran Dillerine dayandığı belirlenmektedir. Bana göre, ünlü Acem halılarının kökeni Sasanilerin pamuk dokumacılığına dayanmaktadır. İlk kez tarihte İÖ 2000’lerde İndus Vadisinde ekimi belirlenen pamuğun İÖ takriben VII. yüzyılda Yukarı Mezopotamya’da ekiminin yapıldığı tespit edilmiştir. Araplar pamuk karşılığında kutn sözcüğünü ifade ediyorlardı. Avrupa’da kullanılan coton (koton) sözcüğünün Arapçadan intikal ettiği ve ‘pamuk’ karşılığında telaffuz edildiği anlaşılmaktadır. Bu sözcüğün Akkadca katanu (ince hafif) ve Sumerce gadani (keten elbise) ile ilişkili olduğu kanısındayım. Kürtçe qutni (gelin bohçasındaki pamuklu ya da ipekli giysiler) sözcüğü ülkemizdeki Oğuz boylarında kutnu şeklinde yer etmiştir. Ön Asya halklarının ‘pamuk’ karşılığında bir zamanlar banbıg ve benbıg demelerine istinaden, Menbic adının Benbig (pamuk)’den Semitize olarak Menbic şekline dönüştüğü görüşündeyim. Yüzyıllarca önde gelen pamuk ekim yerleri olan Menbic, Haseke ve Halep gibi yerleşim alanları ve çevrelerinde son yıllardaki çatışma ortamı ve yoğun göçler sonucunda pamuk üretiminde oldukça belirgin gerilemeler olmuştur. Söz gelimi, 2011 yılında 45 bin ton pamuk üretilen Haseke’de bu üretim 2016/2017’de ancak bin ton kadar olmuştur. Bu bağlamda, 2005-2012 yıllarında tüm Suriye’de %14 olan pamuk ekim alanları, sonraları %2’ye düşmüştür. Menbic kenti Asurlular zamanına ilişkin çivi yazılı tabletlerde Bambuki adıyla aktarılmıştır. Bu adın Nampigi/Nambigi şekillerinden de söz edilmiştir. Eski Yunanlıların Hieropolis adından başka Menbic’i Bambyke adıyla da anmaları bu yörede o zamanlardan bu yana pamuk ekimi yapılmış olmasından kaynaklandığı görüşündeyim. Bugün de Suriye’deki pamuk ekiminin önemli bir kısmı bu coğrafyanın kuzeyinde yapılmaktadır. Fırat ırmağının batı yakınında yer alan Menbic ovası pamuk ekimi açısından uygun bir araziye sahiptir. Tarihte birçok inancın kutsal mekânı olan bu kent, Araplarca Manbic al-Atika (Eski Menbic) diye adlandırılmıştı.
Son zamanlarda bir kısım yayınlarda yer alan Menbic adının, ‘ölümsüz gelin’ karşılığındaki Kürtçe mabuk sözcüğünden kaynaklandığı iddiası bir halk etimolojisinden ibarettir. Çünkü, aşağıda da belirteceğim üzere bu adın pamuk karşılığında kullanılan ve Kürtçenin de içinde yer aldığı İran Dillerinden kaynaklandığı sonucuna varmaktayım. Britanyalı coğrafyacı ve gezgin William Francis Ainsworth (1807-1896), “A Personal Narrative of the Euphrates Expedition”(Fırat Araştırmaları Üzerine Kişisel Bir Anlatı) adlı 1888’de Londra’da yayımladığı iki ciltlik kitabının I.cilt 236. sayfasında bu yerleşim yerinin Bambuch diye adlandırıldığı anlaşılıyor demektedir. Ainsworth, Romalı tarihçi Pliny’nin bu kadim şehre Bambyx dediğini aktarmaktadır. Sasaniler döneminde Babak’ın oğlu Ardaşir, kendi ailesine mensup Yazdanyar’ı Menbic’e vali olarak tayin ettti. Yine bu dönemde burada Zerdüştiliğe ait bir ateş tapınağı inşa edildi. Kimi kaynakların aktardığına göre, Sasani hükümdarı Kubad, Menbic’de oldukça büyük bir Zerdüşti tapınağı inşa ettirerek kenti Mambik adıyla andı. Bunlara göre Mambik ya da Manbik adı, Araplarca Menbic şeklinde telaffuz edilmiştir. 630 yılında Bizans imparatoru Heraklios, Menbic’i Sasanilerden geri aldı. Sasanilerle Bizanslılar arasındaki savaşlarda Araplar, Bizanslıların tarafını tutmuşlardı. Bu tutum, Kuran-ı Kerim’in Rum Suresine de aksetmiştir. I. Yezid zamanında zulme uğrayan Menbic halkı, Abbasi halifesi Harun Reşid’in egemenliği süresince nispeten daha sakin bir hayat sürdürdü. Harun Reşid, Menbic’te birtakım düzenlemeler yaptı. Fakat, 748 yılında meydana gelen bir depremle Menbic büyük ölçüde tahrip oldu. Bu depremle birlikte, kentin kutsal mekânlarından olan Yakubi kilisesi de yıkıldı. 887/878’de Mısır’da bulunan Ahmed bin Tulun, Menbic’i denetleyerek Mısır’a bağladı. Bizanslılar zamanında Menbic, bir süre monofizitlerin önde gelen merkezlerinden biri oldu. Monofizitizm, Diofizitizmden farklı olarak Hz. İsa’nın insani ve ilahi olmak üzere iki ayrı unsur değil, bunların tek bir bütünlük oluşturduğu görüşünü temele almıştır. Monofizitlere göre, Hz. Meryem, Tanrı’nın annesidir ve tanrısallık ile insanlık birleşik olarak Hz. İsa’da belirmiştir. Öte yandan anlatılanlara bakılırsa, Bizans imparatoru Justinian Menbic yakınlarında meskûn bir aileye mensup olan Theodora ile bu kentte evlenmiştir. Buna karşın,Doğu Roma imparatorlarından Diojen 1069-1070’de Menbic’e yoğun bir saldırıya geçmiş. Şehrin oldukça korunaklı ve müstahkem surlarını mancınıklarla tahrip edip kentin içine girmiş. Menbic halkı imparatora hediyeler sunarak ve haç işaretleri yaparak yalvarıda bulundu. İmparator bunun üzerine ahaliyi bağışladı. Bizans imparatorlarından Domesticos Nikephoros Phocas 960’lı yıllarda Menbic ve çevresini denetim altına aldı. Nikephoros’tan sonra Bizans imparatoru olan Çemişgezek Ermenilerinden İoannis Çimiskes, 974 yılında Menbic kalesini zapt etti. Menbic’de bulunan Hz. İsa’nın sandallarını ve St. Jean Baptiste adıyla da bilinen Vaftizci Yahya’nın kanlı saçlarını İstanbul’a götürerek Ayasofya’da kutsal emanet olarak koruma altına aldı. 1124/1125’de Artuk’un torunu Balak, Halep kentini denetledikten sonra Menbic’e yöneldi. Günümüzde Harput Kalesi’nde bir heykeli yapılmış bulunan Balak, Halep kentini amcazadesi diye tanıtılan Süleyman’la savaşarak egemenliği altına almıştı. Bunun üzerine Menbic müslümanları Urfa Haçlı Kontluğundan yardım istedi. Kont Josselin Menbic yakınlarında Balak ile savaşa tutuştu. Balak, Urfa Kontluğunun askeri saldırılarını geri püskürttü. Fakat, bir gün sonra bir güneşe tapan (Arevabaşt) tarafından bir okla kaba etinden yaralandı ve bir süre sonra öldü. Bir kısım kaynaklar ise bu savaşta Josselin’in Balak’ı öldürdüğünü öne sürmektedirler. Bu konuda bkz. “Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162)”, çev. Hrant D. Andreasyan, TTK yn., Ankara 1987, s.241/n.58. Aynı olayla ilgili olarak adı geçen kitabın 277. sayfasında söz konusu olay şu şekilde aktarılmaktadır: “573 (9 Şubat 1125-17 Şubat 1125) tarihinde Emîr Balak, asker toplayıp Franklara karşı yürüdü. O, önce Halep’e geldi, birkaç gün sonra da bir müslüman şehri olan Membic beldesinin üzerine yürüdü. O, kaleye karşı mancınıklar kurdurup şiddetle dövmeye başladı ve halkı büyük ıstıraplara maruz kıldı. Kalede bulunan emîr Frankların kontları olan Josselin’e ve Geoffroy’a adam gönderip onlardan yardım diledi. (…)” 1086’da Sultan Melikşah, Bizanslıların elinde bulunan Menbic’i geri almıştır. 110/1111’de Franklar, Menbic’e girerek yağmaladılar yerel halk üzerinde baskılar uygulamaya başladılar. 1176/1177’de Selahaddin-i Eyyubi, Bizans askeri güçlerini mağlup ederek Menbic’i egemenliği altına aldı. Selahaddin, 1183/1184 yılında kardeşi Melik Adil’i Menbic’e vali olarak tayin etmiştir. Bir zamanlar Halep sultanı olan Melik Nasır, Türkmen saldırılarına karşı Selçuklu Sultanından yardım istedi. Selçuklular Türkmenlere karşı yaygın operasyonlar yaptılar. Harzemşahların da bir süreliğine Menbic’i istila ettikleri ve kenti ateşe verdikleri nakledilmektedir. Harzemiler 21 rebiülâhir 638’de Menbic’i düşürdüklerinde sert bir kıyım hareketine giriştiler. 1300’de Moğollar da Menbic’i yıkıma uğrattılar. 1347’de kentte büyük bir veba salgını görüldü ve birçok insan bu salgın hastalıktan dolayı hayatını kaybetti. Menbic, birçok hadis yazıcıları yetiştirmiştir. İncil’i ilk kez Süryaniceye çeviren Menbicli Philoxenus’tur. Menbic’in bir zamanlar merkezi Karamelik adlı yerleşim yeriydi. Karamelik, günümüzde Kilis merkeze bağlı bir köydür. Cumhuriyet öncesinde Devlet-i Aliyye’nin Halep Sancağına bağlı bir kaza olarak bilinen Menbic, 1517 yılında Arap Vilayeti’nin Halep Sancağının bir nahiyesi idi. 1630 yılında Halep eyaletinin bir nahiyesi olarak idari taksimatta yerini alıyordu. Bir süre, Halep eyaleti Kilis Sancağına bağlı bir kaza olarak tanınan Menbic, 1865 yılında nahiye statüsüyle Kilis’e bağlı görünüyordu.
İlk ve Orta Çağda, Orta Doğuda önemli bir rolü olan Menbic, XIV. yüzyıldan itibaren söz konusu önemini yitirmeye başladı. 1960’larda 10 bine yakın bir nüfusa sahip olan bu yerleşim yerinin, 2000’lerde nüfusu yüz bini aşıyordu. X. yüzyıl coğrafyacılarından Nusaybinli Ebû’İ Kasım İbn Havkal, yazmış olduğu “Sûrat el-Arz” (yeryüzünün sureti/yerin haritası) adlı kitabında Birecik Köprüsüne Cisr-i Menbic demektedir. Bkz. İbn Havkal, “10. Asırda İslâm Coğrafyası”, çev. Ramazan Şeşen, İstanbul 2014, s.175,189, 190, 192. Guy Le Strange (1854-1933) da bu köprüden söz etmekte ve köprünün Fırat nehri üzerinde bir geçit yeri olduğunu açıklamaktadır. Bkz. G. Le Strange, “The Lands of the Eastern Caliphate”, University Press, Cambidge 1930, s.107. Strange, aynı kitabının 107-108. sayfalarında Menbic ile ilgili açıklamalarda bulunmakta ve Menbic‘in kalesine tepedeki yükseklik nedeniyle Araplarca “Kal’at-an Nacm” (yıldız kalesi) denildiğini ifade etmektedir. Bugüne dek Türkçe haritalarda yaygın olarak “Mennbidj” şekli görülürken son zamanlarda başta basın yayın organları olmak üzere Münbiç şeklinin telaffuz edilmesi doğru olmasa gerektir. Nedeni de yukarıda belirttiğim üzere bu yer adı ilk önceleri sonu ‘g’ harfi ile bitiyordu. Araplar her defa ifade ettikleri üzere ‘g’yi ‘c’ye dönüştürerek telaffuz etmişlerdir. Gudi’yi Cudi, Malazgirt’i Malazcirt şeklinde telaffuz etmeleri gibi. Eski İran Dillerinden kaynaklanan banbig/benbig (=pamuk) sözcüğündeki ‘b’ ön harfi ise, Arapçada ‘m’ye dönüştürülmüştür. Bu dönüştürmeler sonucunda, ‘pamuk’ karşılığındaki benbig sözcüğü Arapça telaffuza uyarlanarak menbic şeklinde ifade edilmiştir. Söz konusu yerleşim yeri, “397 numaralı Haleb Livâsı Mufassal Tahrîr Defteri (943/1536) I” başlıklı kaynakta Haleb Livâsına bağlı Menbic nâhiyesi olarak kaydedilmiştir. Asırlardır tahrir defterlerinde ve sair resmi belgelerde Menbic adının kullanıldığı görülmektedir. Böylece, bu adın aslı Bambuki olmakla birlikte, zamanla Sami halklarınca Mambug, Manbig gibi farklı şekillerde telaffuz edildi. Bambuki‘nin bir kısım Aryen topluluklarca Benbig (pamuk) şeklinde ifade edilmiş olmasına istinaden bembig sözcüğü Arapça tellafuza uyarlanarak Menbic şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. O nedenle, Menbic adı yüzyıllarca Osmanlı tapu kayıtlarında yer aldı. Bu açıdan, Menbic adının Münbiç şeklinde ifade edilmesi, acaba Menbic şeklindeki telaffuzdan duyulan rahatsızlıktan mıdır? Her ne olursa olsun, kökeninde Bambuk, Bambuki, Bembig (>Benbig>Menbic) gibi adlar olmakla birlikte, yüzyıllardır bizim ülkemizde de Menbic şeklinde dile getirildiğini gözden ırak tutamayız. Bu nedenle, Münbic ya da Münbiç şeklindeki telaffuzların uydurulduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, Münbiç adı tarih buyunca kullanılmadı. İsteyen bir kısım halklar Bambuk, Bembik vb. şekillerini de dile getirebilirler. Yeter ki, tarihte telaffuz edilmeyen yer adları kullanılmamış olsun. Ünlü Bizantolog Ernst Honigmann, “Die Ostgenze des Byzantınıschen Reiches von 363 bis 1071” adlı 1935 yılı Almanca baskısının 39. ve “Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı” adlı 1970 Türkçe çevirisinin 36.sayfalarında bu bölgede Sami toponimlerinin yeniden ortaya çıkışlarını şu cümlelerle izah etmektedir:”Müslümanların zafer dolu ilerleyişini Suriye ve Mezopo tamya’da bulunan Ârâmî ahalinin, şaşılacak bir süratle, araplaşması takip etti. Roma hâkimiyeti çöker çökmez, bu ülke halkı için yabancı kalmış olan Grekçe yer adları, pek az istisnasiyle kaybolarak Sâmi toponimler yeniden ortaya çıktı.” Diğer yanda, Hollandalı tarihçi H.J.W. Drijvers (1934-2002) “Cults and Beliefs at Edessa” adını taşıyan ve 1980’de Leiden’de yayımlanan kitabının 94. sayfasında Manbug adını Aramice nbg ve nb (ortaya çıkmak) köklerinde aramakta ve bunun nbg ve mbb türevlerinin ‘akarsu kaynağı’ karşılığında oluşuna işaret etmektedir. Bu köklerden de Mabu/ig biçiminin belirmiş olduğu yönündeki görüşlere değinmektedir. Söz konusu değerlendirmeler yapılırken çivi yazılı tabletlerdeki Bambuki adının görülmediği anlaşılmaktadır. ‘Akarsu kaynağı’ karşılığındaki Aramice kökleri Fırat nehri üzerindeki Urfa’nın Birecik ilçesindeki Cisr-i Menbic (Menbic köprüsü) adında aramak daha uygun sayılabilir.