Kibele’den Sibel’e Kıble Sözcüğü

 

Bilal  Aksoy     

24 Ekim 2018/Ankara     

     İnsanlık tarihi boyunca mabetlerin mevkileridir kıbleler. İnsanoğlu yeryüzünde doğanın karşısında kendisini güçsüz hissettiğinden bu yana bir kıble arayışı içinde olagelmiştir. Kıble, Hakk’ın, İlahi gücün, Tanrıça’nın ya da Tanrı’nın yönü diye bilinmiştir. Kıble, her daim bir uhrevi çekim gücü işlevine sahip olmuştur. Tanrıların, Tanrıçaların bulunduğu yönler ne zamandan bu yana kıble diye ifade edilmiştir. Kıble sözcüğünün kökeni ya da etimolojisi nasıl bir süreçten geçmiştir? Daha çok hangi Tanrı ya da Tanrıçalarla ilişkisi vardır? Başka halklar aynı karşılıkta hangi sözcükleri kullanmışlardır? Bu ve benzeri sorulara açıklık getirmeye çabalayacağım.

     İslamiyet öncesinde Yahudilikte de kıble söz konusu idi. Tevrat’ın I. Krallar (8/44) bölümünde “ve RABBE, seçtiğin şehre, ve ismin için yaptığım eve doğru dua ederlerse” denilerek bir belirlemede bulunulmaktadır. Yine Tevrat’ın Daniel (6/11) ayetinde “ve odasının pencereleri Yeruşalime doğru açıktı; ve önceleri yaptığı gibi, günde üç defa diz çöktü, ve dua etti.”1 Hz. Muhammed, hicretten önce aynı şekilde Kudüs’e yönelerek ibadet ediyordu. Kudüs, Musevilik denilen evrensel tek tanrılı dinin merkezi olarak biliniyordu. İslamiyetin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şu ifadeler kullanılmaktadır: “İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? Diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir” (Bakara 142). Bizim mutasavvıflarımız da kıble konusunda Bakara Suresi 142. ayetinde olduğu gibi düşünmektedirler. Yani, panteist bir anlayışla her yönün Tanrı’ya ait olduğunu öne sürmektedirler. Yunus Emre ise: “Aşk imamdır bize gönül cemâ’at / Kıblemiz dost yüzü dâimdir salât” diye başlayan şiirinde; aşkın bir kılavuz olarak gönlü zenginleştirdiği, kıble saydığı dost yüzüne bakmanın daimi bir ibadet olacağı inancındadır. Bununla birlikte kıble konusunda farklı ayetlerin olduğu anlaşılmaktadır:“Bir gece kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir” (İsrâ 1). “(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir”(Bakara 144)2. Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye intikalinden 16 ya da 17 ay sonra kıble değişikliğine gidildiği söz konusu edilmektedir.3

     Bununla birlikte, Yahudiliğin bir mezhebi olan ve Hz. İsa’dan önceki yüzyıllardan sonraki yüzyıla değin etkinliklerine tanık olunan Essenilerin doğan güneşe yönelerek ibadet ettikleri nakledilmektedir. Suriye Hıristiyanları ya da daha doğrusu Süryanilerin Doğu’ya dönerek dinsel rituellerini icra ettikleri bilinmektedir.4 Anadolu’nun bir kısım yörelerinde sabahları doğan Güneş’e, akşamları doğan Ay’a yönelerek, eller yukarıya doğru açılıp dua edildiği görülüyordu. Kadim bir kısım inançlarda Ay’ın, Güneş’in, yıldızların ya da tümüyle gökyüzünün kutsandığını biliyoruz. Günümüzde birçok ülkenin bayrağında yer alan Hilal, Güneş ve yıldızların, söz konusu eski inançlardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

     Öyle anlaşılıyor ki, kıble sözcüğü Hz. İsa’dan önceki bir dönemde Arapçada kullanılmaya başlanmıştır. Bunun da kaynağında Anadolu’da yaygın olarak kutsanan Kibele ana tanrıçası olması mümkündür. Bu tanrıça Hitit metinlerinde Hepat adıyla anılmaktadır. Karaciğer karşılığındaki hepat sözcüğünün adı geçen tanrıçanın adından kaynaklanmış olduğunu sanıyorum. İlk Çağda bir süre karaciğer duygu, düşünce ve inanç merkezi olarak algılanmıştı. Bu nedenle, Hitit Tanrıçası Hepat adı karaciğer için de ifade edilmiş olmalıdır. Tıp biliminde Latince hepatit denilince karaciğer hastalığı ifade edilmiş olmaktadır. Azra Erhat, Kibele üzerine çalışmalarını şu cümlelerle aktarmaktadır: “Kültepe tabletlerinde adına Kubaba olarak rastlanır, Lydia’da adı Kybebe, Phrygia’da Kybele olarak geçer, Hitit kaynaklarında Hepat diye adlandırılır. Komana Pontika (Tokat bölgesinde Gümenek) ve Kayseri yöresindeki Komana Kappadokika (Kemer) kentlerinde adı çok eski bir Anadolu adı olan Mâ’dır. Sümer’de Marienna, Hitit’te Arinna, Mısır’da İsis, Syria’da Lat, Girit’te Rhea, Efes’te Artemis, İtalya’da Nemi gölü bölgesinde Venus, Ana Tanrıçanın aldığı değişik adlardır.”5 Erhat, ana tanrıça Kibele’nin Eskişehir Ankara arasındaki Günyüzü Dağı’nda olduğunu; buranın, eski adı Justiniapolis olan Sivrihisar’ın biraz güneyinde, Pessinius diye bilinen bugünkü Balhisar olduğunu belirtmektedir. Azra Erhat, sözlerine devamla: “Yazılı kaynaklar bize Kybele’nin Pessinus’taki tapımı üstüne ayrıntılı bilgi verir. Tanrıçaya orada bir idol biçiminde tapınılırdı. Bu idol bir ‘diopetes’ yani gökten düştüğü ileri sürülen bir meteorit, bir kara taştı.”

     İslamiyet öncesinde Mekke’de Kâbe’ye konulmuş olan adına Hübel denilen Kibele konusunda Halikarnas Balıkçısı, uzun bir değerlendirme yapmaktadır: “Adı ‘Hübel’e çevrilerek Kybele Mekke’ye de götürüldü ve Kâbe’ye dikildi. Yalnız, Kâbe’ye konulurken bir kolu kırıldığı için Kureyş kabilesi ona bir altın kol yaptırdı. Onun çevresinde tavaf edilirdi. Kıble sözü tanrıçanın adındandır. Uhud savaşında Ebu Süfyan muzaffer olunca, ‘Ulu Hübel’ diye naralar atmaya koyulmuştu. Hazreti Peygamber, ‘Allah-ü Alâ vel ecel!’ sözleriyle yanıtlamıştı. Kybele’nin Grek Aphrodite’sine dönüştüğünü belirtmiştik. Kybele, yalnız Aphrodite olarak değil, Artemis olarak ta Yunanistan’a geçti. Efes’teki Artemis Anadolu’nun Anatanrıçası Kybele’nin kendisi değilse bile, onun pek az değişmiş biçimidir ve başında Kybele’nin kulesini taşımaktadır. Başının arkasında tam ay, yani toparlak ay görünmektedir. (Kybele’nin genç ayı, dolgun ayı ve azalan ayı simgelediğini söylemiştik). Elinde ve gövdesinde bereketi simgeleyen çoğu aslan ve yılan, bir sürü hayvan ve bir sürü meme taşımaktadır. Yunan Artemis’i bakire kalacağı için, başında alnının üzerinde ince bir hilali taşımaktadır. Artemis gibi o da derelerin, tepelerin, ormanların yani vahşi doğanın bir tanrıçasıdır, avcıdır. Ortaya yeni bir din çıkınca, çoğu kez eski dine karşı bazı özveriler yapmak zorunda kalır. Patriyarkal baba Zeus gelirken, matriyarkal ana Kybele’ye inananlarca özveri de gerekti. Bundan ötürü Kybele, Baba Zeus’u Girit’te Diktys mağarasında dünyaya getirdi ve böylelikle tanrı anası oldu. Ephesos Artemis’ine inanmış, fakat Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Ephesos’lular, Hıristiyanlığın 431. yılında Ephesos’ta toplanan ve Meryem Ana’nın sıfatlarını saptayacak olan kilise büyüklerini zorlayarak Meryem Ana’ya tanrı anası niteliğini verdirdiler. Böylece Meryem Ana, Kybele gibi tanrı anası oldu. Roma’nın Sibyl kâhinleri Kybele’yi simgeleyen taşın Roma’ya taşınmadıkça Romanın Kartaca’yı yenemeyeceğini söylemeleri üzerine, büyük bir heyet, kalabalık bir filo ile gelerek Pessinus’taki Kybele taşını görkemli bir törenle Roma’ya götürerek Palatinus dağındaki tapmağa koydular. Bu taş koni biçimindeydi. Efsaneye göre, taşı taşıyan gemi Tiber nehrinde karaya oturmuş, Claudia Quinta adlı genç ve güzel bir kız kuşağını çözerek, gemiyi çekip kuşağıyla çıkarmış, yedeğe alarak Roma’ya götürmüş. Sonraları Suriye ve Filistin’de de Astoret, Kybele gibi geniş yanı yerde, sivri yanı havada üçgen bir taşla simgelendi. Pamphlia’da, Perge’deki (Antalya’nın biraz kuzeyinde) Artemis de böyledir. Koni biçimindeki bu taşlara Anadolu’nun Karia ve Lykia gibi güney doğusunda çokluk rasgelinirdi. Hattâ bu gelenek oralardan Malta adasına bile geçmiştir. Filistin, Suriye, Güney Anadolu ve Kıbrıs adasında koni biçimindeki taşlara festival ve panayır günlerinde zeytinyağı sürülürdü. Bu arada Mekke’de Kâbe’deki Sibel putuna da yağ sürülürdü. Hazreti Muhammed, Kureyş’e karşı, ‘Bu putun suratına zeytinyağı sürdüğünüz zaman sinekler yapışıyor. Buna nasıl tanrı diye tapabilirsiniz?’ diye bağırmıştır. Ne var ki; Kıbrıs’ta bugün bile Meryem Ana yortusunda hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar, oradaki yıkılmış Aphrodite tapınağının, toprak üstünde kalmış köşe taşına zeytinyağı sürmektedirler. Bu iş yapılırken Meryem Ana’ya, ‘Paniya Afroditessa!’ diye eski tanrıça Kybele’nin Aphrodite’ye çevrilmiş adıyla yalvarırlar. Kybele üzerine yazarken, bundan sonraki bir cilde ait olan karşılaştırmalı mitolojiye değinmek zorunda kalındı, çünkü böyle yapılmasaydı, bundan sonraki efsaneler pek anlaşılmayacaktı.”7

     Hübel’i Kâbe’ye getirenin Amr b. Luhay olduğu rivayet edilmekle birlikte, bir söylentiye göre Huzayma b. Mudrika tarafından getirildiği iddiasına istinaden Hubal Huzayma adıyla anıldığı rivayet edilmektedir.8 İsmet Zeki Eyuboğlu da Kıble, Kâbe ve Kübele adları arasında bir bağlantı olduğu görüşündedir: “Kıble sözü Arap diline İslâmlıktan çok önce girmiştir. Nitekim, KA’be sözü de öyledir. Arap Diline İbrani dilinden geçmiştir” demektedir.9 Eyuboğlu şu iddiada da bulunmaktadır: “BERGAMA dininde bir Tanrıça olan, çevresinde üçyüzaltmış derecelik bir daire yapılan (bütün yönlerde bulunanlar yüzlerini ona döndüğü için) KÜBELE, Arap diline de, dinine de böyle geçmiştir. Başka bir açıklanış biçimi yoktur bunun. Birtakım, geçmişe yumuk gözlerle bağlı kimseler, bu sözün, Arapça ‘ilk, en önce, başlangıçta olan’ anlamlarına gelen ‘kabl’ sözünden geldiğini ileri sürmüşse de bir inandırıcı örnek verememiştir.”10 Eyuboğlu devamla: “Frigyada, Pessinus ilinde bulunan Kübele, sonradan değişik adlarla komşu ulusların inançları arasına girdi. Onun adına Grekler Kübele, Frigler Kubile, Hititler Kubaba, Lidyalılar Kybebe, Lâtinler Cybele, İslâmlıktan önce Araplar Hubel dediler. Günümüzde Sibel biçimine girerek bir Türk kadın adı oldu.”11 Hittitolog Emmanuel Laroche, 1960 yılında Paris’te yayım ladığı “Les Hiéroglyphes Hittites” adlı kitabının birçok yerinde Kubaba’ya değinmektedir. Yine aynı yazarın “Glossaire de la Langue Hourrite” adlı kitabınında Kubaba adının Kubêbê, Kupapa ve Kupawa şekillerine de dikkati çekmektedir.12 Emmanuel Laroche, Hitit belgelerinde adı geçen Kubaba’dan bir başka kitabında da söz etmektedir.13 Laroche, Kibele konusuna ayrı bir makalesinde Kibaba/Kibele konusunu açıklamaktadır. 14 H.Th. Bossert, “Şantas und Kubaba” adlı kitabında Kubaba’ya dair bilgiler vermektedir.15 Kübele şeklinde de belirtilen ana tanrıçanın arslanla birlikte tasvirleri de görülmektedir.16 Şemseddin Günaltay, tanrıça Nana’nın bir diğer adının Kübele olduğunu belirtmektedir.17 Bu gelenek İslamiyet sonrasında Hz. Ali’nin arslanla birlikte temsiline de yol açmış olmalıdır. Hurri-Mitannilerin büyük tanrıçası Hepa/Hepat, Bossert tarafından He-pa-tu şeklinde okunması gerektiğini açıklamıştır.18 İlk Çağ tarihçisi Füruzan Kınal, bir kısım Kubaba kabartma resimlerini yayımlamıştır.19 Herodot, Sardes’in Persler tarafından işgalini açıklarken: “Sardes yanmıştı ve bu arada ülkenin tanrıçalarından Kybeba’nın tapınağı da yanmıştı, sonradan Persler bunu bütün Yunan tapınaklarını yakmak için bahane olarak kullanmışlardı” demektedir.20 Herodot’un sözünü ettiği Kybeba, Kybele/Kibele diye de bilinen ana tanrıçanın bir başka adıydı. Araplar, öyle anlaşılıyor ki, Herodot zamanında henüz Hübel (Kibele)’i tanrı olarak görmemişlerdi.  Bu bağlamda, kitabının bir başka yerinde Herodot şu açıklamayı yapmaktadır: “Araplar (…) Tanrılardan yalnız Dionysos ve Urania’yı tanırlar ve biz de saçlarımızı Dionysos gibi kesiyoruz derler; saçlarını şakaklarının üstünden halka gibi keserler. Dionysos’a Orotalt, Urania’ya Alilat derler.”21 Kâbe’deki Hüvel tanrısı önünde başta Kureyşliler olmak üzere Mekkeliler dilekte bulunuyor, fal açtırıyor ve kurban kesiyorlardı.22 İslamiyetin kabul edilmesinden sonra, Mekke’de bulunan tanrı ya da tanrıça heykelleri tahrip edilerek atılmışlardır. Başta Hüvel olmak üzere bu heykellerden bir kısmı yaşadığımız coğrafyadan oraya götürülmüş idi. İtalyan tarihçi Leone Caetani (1869-1935), “İslam Tarihi” adlı kitabında Kureyşlilerin baştanrı olan Hübel için adaklar adadığını dile getirmektedir.23 Kureyş kabilesinin baştanrı Hübel’i erkek tanrı olarak görmelerinin nedeni Hübel’in hem ana hem de baba olarak görülmesinden olabilir. “Araplar bir çocuğu sünnet etmek, birinin nikâhını kıymak, bir ölüyü gömmek, birinin soyundan şüphe edip bunu belirtmek istedikleri zaman yüz dirhem para ile bir genç deve (veya koyun yahut da bunun gibi şeyler) alıp Hübel putunun yanına gelirlerdi.” 24 Cevat Şakir Kabaağaçlı (takma adıyla Halikarnas Balıkçısı) bu konuda şu açıklamayı yapmaktadır: “Kibele’nin üçlekliği kesindi. Yani 1) Ana, 2) Baba, 3) Oğul”25 Kabaağaçlı, Kibele’nin bir zamanlar İzmir kentinde tanrılar anası olarak kaydedilmiş olduğunu aktarmaktadır: “Kibele’nin İzmir’deki adı ‘Spilene ana’, yani ‘Spilos’lu ana’ idi. Gerek İzmirlilerin ve gerekse Manisalıların, andlaşmalarında onun üzerine ant içmeleri gerekiyordu. Bazı eski İzmir sikkelerinin üzerinde ‘Tanrılar Anası Sipilene’ ibaresi okunur. Ancak Kibele’nin ‘Tanrılar Anası’ diye anılması sonraları gelenek olmuştur. Sikkelerden önceki yazıtlarda kendisi yalnızca ‘Ana’ diye anılmıştır. Yazıtlardan birinde, ‘Tanrıların Smyna’lı (İzmirli) anası’ denmektedir. İzmir’in, tarihçe tanınmış ilk koruyucusu Kibele ya da Ana idi. Bundan dolayıdır ki; sonraları, birçok kişi adlarının önünde ‘Ana’ anlamına gelen Matr’ hecesine rastlanılmaktadır.”26 İlk Çağda Küçük Asya’da –hepa son ekli kraliçe ya da kişi adlarıyla karşılaşılmaktadır. Taduhepa, Giluhepa gibi. Hepa/Hepat Hititlerin baş tanrıçasıdır. Bu da Frigyalıların ana tanrıçası Kubaba’dır. Bir süre sonra da ana tanrıça Kibele olarak biliniyor. Hititlerin Hepa diye bildikleri ana tanrıça Küçük Asya’nın güneyindeki ülkelere intikal ediyor: “Hepa ana tanrıçası Filistin’de Havva ya da Havva Ana oldu. Çünkü Sami dillerinde (P) harfi güç söylenir. İbrani dilinde (P) enderdir. Arapçadaysa (P) hiç yoktur. Başka dillerden Samilere gelen (P) harfleri ya (B), ya da (V) sesini alır. Böylece de Hepa Ana, Havva Ana oldu. (…) Havva Ana da Yeruşalim, yani Kudüs’ün sahibi olan Adem’le evlendirildi.”27 Ord.Prof.Dr. Arif Müfid Mansel, “Ege ve Yunan Tarihi” adlı kitabında: “…Roma tanrılarının Yunan tanrıları gibi 12 tanrı olarak teşkilâtlandırılması hellenizm dininin Roma dini üzerinde ne kadar büyük etkiler yaptığını göstermeğe yeter” dedikten sonra: “M.ö. 204 yılında Anadolu’nun ‘anatanrıçası’ (Kibele) resmen Roma’ya getirilmiş, orada ‘Mater deum Magna Idea’ adını alarak 191 yılında Palatin tepesinde bir tapınağa sahip olmuştur” diye ifade etmektedir.28 Kibele kültünün Roma’ya taşınmasını konu edinen bir kısım makaleler bulunmaktadır.29 AnaBritannica’daki “Kybele” maddesinde: “İÖ. 204’te Hannibal İtalya’yı istila edince Romalılar ana tanrıçanın Roma’ya getirilmesi durumunda düşmanın yenilebileceği yolundaki bir kehanete uyarak, gökyüzünden indiği söylenen siyah taşı Pessinus’tan kentlerine taşıdılar. Taş, Palatium Tepesinde kurulan bir tapınağa yerleştirildi ve her yıl ana tanrıçanın onuruna Megalensia denen bayramlar düzenlemeye başladı” cümleleri dikkatimizi çekmektedir.30   Romalılar Kibele’ye olan inancın ahlaklı olmayı ve temizliği esas alması gerektiğini belirtmişlerdir. Bu bağlamda, Mansel de aynı kanıyı paylaşmaktadır: “…Anadolu’da Kibele onuruna yapılan törenlerde ahlâkça ve vücutça temiz olmak amacını güden kişilerin kurdukları din toplulukları gösterilebilir. Bu dönemde Yunanlı’lar adalet, erdem ve temizlik gibi ahlâk kavramlarını birtakım kadın ve erkek heykel tiplerinde tanımlamak suretiyle sembolleştirmişlerdir.”31

     Cybeleia (Kybeleia) diye, Urla Yarımadasında Klozomenai (Urla iskele) ile Eritrei (Ildırı) arasında bir yerleşim yerinden Strabon da söz etmektedir. Bu yerleşim yerinden ünlü İngiliz sözlükbilimci William Smith (1813-1893) de söz etmektedir.32 Ayrıca, Kibele’nin tapınak yeri olan ve yukarıda değindiğimiz Eskişehir’in Sivrihisar ilçesi yakınlarındaki kutsal mekâna Kybela ya da Kybelon denilmiştir. Tanrıça Kibele mi bu dağa adını vermiş ya da bu dağın mı Kibele’ya adını vermiş olduğuna dair farklı görüşler bulunmaktadır. Yukarıda Şemsettin Günaltay’ın, tanrıça Kibele’nin bir başka adının Nana olduğuna dair görüşünü aktarmıştım. Bu bağlamda, Sumercede  ‘dilek ve dua’ karşılığında i-nanna sözcüğünün kullanılmış olduğunu görüyoruz.33

    Genel kanıya göre, dünyanın dört bir yanında kıble sözcüğünün farklı şekillerde de olsa telaffuz edilmesi yaygın olarak Müslümanların kıble sözcüğünden kaynaklanmaktadır. Önce Musevilerin sonra da Müslümanların kullandığı kıble sözcüğü İlk Çağda oldukça etkili olan Kibele kültüne dayanmaktadır. Kibele’ye olan tapınımlar her yıl belirli zamanlarda yapılan törenler bunda oldukça etkili olmuştur. Takriben altı bin yıl süren Kibele tapınımı tarihte derin izlerin kalmasına yol açmıştır. Adına Gallos denilen gezginci rahipler Kibele inançlarını dört bir yana yayıyorlardı. Söylendiğine göre, Gallos’lar cinsel hazları insan bedeninden uzaklaştırmak için yaygın olarak kendilerini hadım ediyorlardı. Gallos’lar gibi İslam Dünyasında daha çok İran ve Küçük Asya coğrafyasında dervişler bulunuyordu. Bunlar ise, her türden kötülüğü insan bedeninden uzaklaştırarak ‘insan-ı kâmil’ olmayı esas alıyorlardı. Dünya dillerininin birçoğunda kıble sözcüğünün karşılıkları Kibele’ye çağrışım yapmaktadır. Sözgelimi, Kazakçada qubila, Kırgızcada Kıbıla, Bengalcede Kbibala; İbranice, Yunanca, Arnavutça, İngilizce, Bulgarca Qibla, Boşnakça qibli, Azerice qible, Arapça alqibla, Rusça qibloy, Tacikçe qiblae; Urduca, Farsça, Türkçe ve Kürtçe qıble sözcüklerinin kullanılmasının yaygın olarak Müslümanlık aracılığıyla olsa bile, tarihin arka odasındaki Kibele inançlarından kaynaklanmış olduğu gerçeğini anımsatmaktadır.

 

 

KAYNAKÇA

(1) “Kitabı Mukaddes”, İstanbul 1993, s.346-347; s.847-848.

(2) “Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli”, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 2010.

(3) J. Wensınck, İslâm Ansiklopedisi (MEB) “Kıble” md., C.6, s.666.

(4) William Cureton, “Ancient Syriac Documents Relative to The Earliest Establishment of Christianity in Edessa and the Neighbouring Countries…”, London 1864, s.60.

(5) Azra Erhat, “Mitoloji Sözlüğü”, Remzi Kitabevi, İstanbul Kasım 2011, s.184.

(6) Azra Erhat, age, s.185.

(7) Halikarnas Balıkçısı, “Anadolu Efsaneleri”, Bilgi Yay., Ankara Ağustos 1983, s. 96-98.

(8) İslam Ansiklopedisi (MEB), “Hübel” md. C.5/1, s.626.

(9)İsmet Zeki Eyuboğlu,“alevilik-sünnilik/ islâm düşüncesi”, Hürriyet Yay., İstanbul Mart 1979, s.232.

(10) İsmet Zeki Eyuboğlu, age, s.233.

(11) İsmet Zeki Eyuboğlu, age, s. 233-234.

(12) Emmanuel Laroche, “Glossaire de la Langue Hourrite”, Paris 1980, s.150.

(13) Emmanuel Laroche, “Recueil d’Onomastique Hittite”, Paris 1952, s.25.

(14) Emmanuel Laroche, “Kibaba déesse anatolienne et le problème des origines de Cybèle”.

(15) Th. Bossert, “Şantas und Kubaba”, Leipzig 1932.

(16) Prof.Dr.M. Şemseddin Günaltay,“Yakın Şark II Anadolu”,TTK basımevi, 2.bs., Ankara 1987, s.202.

(17) Prof.Dr. M. Şemseddin Günaltay, age, s.335.

(18) Prof.Dr.M. Şemseddin Günaltay, age, s.207.

(19) Füruzan Kınal, “Kubaba”, Türk Ansiklopedisi, C.22, s.324-325.

(20) Herodot, “Tarih”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 5.baskı, İstanbul 2009, s.434 (V. kitap/102).

(21) Herodot, age, s.214 (III/8).

(22) Dr.Neşet Çağatay,“İslâm Öncesi Arap Tarihi“, AÜİF Yay., 4.baskı,Ankara 1982,s.122-123. 

(23) Leon Caetani, “İslam Tarihi”, trc. Hüseyin Cahit Yalçın, İstanbul 1924-1927, C.1, s.217.

(24) Dr. Neşet Çağatay, age, s.122-123.

(25)Halikarnas Balıkçısı,“Sonsuzluk Sessiz Büyür”, Bilgi Yay., 3.basım, Ankara Temmuz 1996, s.138.

(26) Halikarnas Balıkçısı, “Sonsuzluk Sessiz Büyür”, s.119-120.

(27) Halikarnas Balıkçısı, “Eski Anadolu Kadınları – Eski Mısır’la İlişki-” Demokrat İzmir gazetesi, 24 Haziran 1956; Halikarnas Balıkçısı, “Arşipel” Bilgi Yay., 2. Basım, Ankara   Aralık 1995, s.165.

(28) Prof.Dr. Arif Müfid Mansel, “Ege ve Yunan Tarihi”, TTK Yay., 10.baskı, Ankara 2014, s.535.

(29) Ömer Çapar, “Roma Tarihinde Magna Mater (Kybele) Tapınımı”, DTCF Dergisi, XXIX/1-4(1979),           s.167-190; “Anadolu’da Kybele Tapınımı”, DTCF Dergisi, XXIX/1-4 (1979), s.191-210;

(30) AnaBritannica, İstanbul 1994, C.20, s.143.

(31) Prof.Dr. Arif Müfid Mansel, age, s.536.

(32) William Smith,“Dictionary of Greek And Roman Geography”,C.I,Boston 1870, s.722.

(33) Nafiz Aydın, “Büyük Sümerce Sözlük“, TDK Yay., Ankara 2013,  s.1320.