İçi Dışı Bir Olmak

    İnsanoğlunun bir iç bir de dış dünyası vardır. Kiminin içi dışı bir değildir; kiminde de uyum içindedir. Bizim de istediğimiz içi dışı bir olmak değil midir? Oysa, şunun şurasında kaç insan gösterebiliriz ki, aradığımız özelliklere sahip olabilsin. İçinden entrikalar tasarlayıp dıştan sizden yanaymış görünmeye çalışan ve riyakârlığı ortaya çıkan insanlar az değildir bu toplumda. Özü ve sözü bir olmak insanlığın erdemlerindendir. Herkesin kendine özgü bir huyu vardır. Bizler çoğunlukla kendimize benzer huylu insanları arar konuşuruz. İçi dışı bir olmayanlardan başka, çeşitli nedenlerle anormal davranışlar sergileyenler de azımsanacak ölçüde değillerdir. Bu açıdan, öyleleri var ki, olumlu bir yönünü arar durursunuz.  Bu tipler olumsuz yönleriyle ünlenmişlerdir adeta.  Toplum böylelerini yadırgamakta haklıdır. Öğrenimimi Anadolu’nun farklı il ve ilçelerinde tamamladığımdan böyleleriyle sıkça karşılaştım. Şöyle bir gezintiye çıkayım derseniz, siz de karşılaşırsınız. Kimi gördüğü nesneleri tekmeleyerek yürür; kimi yürürken efelenerek yol alır ve kaba davranışlar sergiler; kimi de kaş göz hareketleri yaparak kendi kendine konuşur ve sataşacak birilerini arar. Genellikle de doğuştan değildir bu yaptıklarının. O halde, nedir insanoğlunu bu davranış bozukluklarına iten nedenler? Nedensiz değildir onların davranışlarındaki zedelenmeler. Ben de kendi payıma, kimi bireylerin  davranışlarındaki sapmaların nedensiz olduğunu sanmıyorum.  Oysa, bir toplumda beliren olumsuz etkenlerin, doyurulmamış istemlerin birer sonucudur sözünü ettiğimiz ve örneklediğimiz davranışsal anormallikler. İnsan topluluklarındaki istikrarsız gelişmeler olmasa bu tür davranış bozukluklarının da yeri olmayacağı kanısındayım. Hele şu yürürken durmaksızın bilinmeyen yönlere küfürler savuranlar… Onlara ne demeli?  Bir de ansızın ağlayanlar!  Kahkaha patlatanlar! Bunlar hiç yoktan mı bu duruma düştüler? Nedenler sayılmayacak ölçüde çok…

    Akıl hastanelerine düşenler arasında öyle sıradan insanların yanı sıra yüksek öğrenim görmüş olanların da bulunması genetik faktörlerle birlikte toplumsal ve psikolojik sorunların her bireyi şu ya da bu ölçüde etkileme gücüne sahip  olduğunu göstermektedir. İçinde yaşadığımız toplumda sorunlarını ve bunalımlarını aşamayanlar kendilerini frenleyemeyince  yokuş aşağı kontrolsüz yol almaktadırlar.  Derken bir de bakmışsınız en ummadığınız ve sağduyulu diye bildiğiniz kişilerin de ‘sigortası atmış’; toplumsal işlevde devre dışı kalmışlardır.

    Toplumsal yapının yapay özelliklerine dayalı olarak içi dışı bir olmayan bireylerin yoğunluğu dikkatimizi çekmektedir. Bir topluma böylelerinin zararı daha çok olmaktadır. İç dünyalarını gizleyip dıştan herkese  gülücük dağıtan; iyilikten, adaletten dem vurup kendi yaşantısında tam tersini uygulayanlara, hak ettikleri  ‘riyakâr’ sıfatını uygun bulmuşuzdur. Böyleleri genellikle içten hesaplı kimselerdir! Başkalarıyla dostlukları da arkadaşlıkları da hep bu temel üzerinde gelişmiştir. Ahlâk sisteminin parasal zeminle de olan bağlantısı nedeniyle insanoğlunda şu ya da bu ölçüde  kimi zaman bir yozlaşmanın görüldüğü bilinmektedir. Bu bağlamda, gerçek dostluklar da bir pula satılabilmektedir. Toplumun en erdemli bireyleri bile bu etik olmayan toplumsal kısır döngünün cenderesine itilmektedirler.  Etik değerlere, yasal mevzuata ve toplumsal adaba uygun davrananlar  toplumdan dışlanmaya çalışılmaktadır. Böyle bir ortam içinde erdemli insana düşen görev bir urgan üzerinde yürüyormuşçasına ölçülü davranmaktır. Toplumun kötü yanlarından kendisine yönelen kötü yansımaları uzaklaştırabilmelidir. Kolay bir görev değil elbette erdemli insanların çabaları. Ne yapıp edip bu görevi başarabilmelidir. Böylelikle ancak, içi dışı bir olmuş olur; iç dünyasıyla dış dünyası dengelenmiş olur. Eğer insanda bu denge bozulursa; ardı sıra ruhsal bozukluklar da kendini açığa çıkarmış olur.

    İnsanda olması gereken iç ve dış denge bazen içten bazen de dıştan yana bozulur.  Eğer içten yana bozulursa insan dışa karşı kompleksli olur. Kaprislerini yer yer gizleyemez. Kendini bir şey sanır. Farklı düşünce sahibi kimselerden de böyleleri  vardır.  Nietzsche/Niçe’nin “üstün insan” dediği kendileriymiş gibi düşünürler. Herkesi aşağı görme ve aşağılama yeltenişleri marazi bir hal alır. Dengeleri dıştan yana bozulanlar ise kendilerini küçük görürler; başkaları karşısında ezilip büzülürler. Başkalarının bir dediğini ikiletmeyenler genellikle kendilerine özgü bir düşünce yapısını da oluşturamazlar.  Birileri  ne derse papağan gibi onu tekrarlar ve benimserler. Çoğunluk ne derse ona göre yavşamak, erdemsiz  insanların karakteristik  özelliklerindendir. Böyleleriyle farklı düşünce ve inanç kesimlerinde karşılşabiliriz.  Fakat,  olumsuzluk bunların ortak paydaları olduğu için aynı davranışları göstermekten geri durmazlar.

    Demek ki, bir yanda ihtiraslı ve kabadayı tipler… Beri yanda ‘evet efendim, sepet efendim’ diyenler… Her iki kesimi oluşturanlar da toplumda çokça görülen; ruhsal hastalıklara, dengesizliklere itilmiş kimselerdir. Bir toplumda belirli statüleri olanlarda da  görülebilen bu tür saplantılı davranış sahipleri her defasında bu eğilimlerini açığa vurmaktan geri durmazlar. Hiç şüphe yok ki, böylelerini tanımak güç olmasa gerektir. İçi dışı bir olmayanlar; içteki ihtiraslarını, kötü niyetlerini, kaprislerini ustalıkla gizleyip maskeli bir yüze sahip olanlardır. Bunlarla arkadaşlık da dostluk da çok güçtür; tıpkı yılana benzerler! Doğrusu, bunlara hiç güven olmaz!

    Her kılıfa bürünen, değişik zararlı davranışlar edinen  insanın aslında kendi zavallılığını algılayamaması içler acısıdır. Öte yandan, bir toplumda kimi bireyler de çektikleri sıkıntıların, eziyetlerin farkında bile değillerdir. Homeros’un  “Şu dünyada insandan daha çok acınacak bir yaratık yoktur” sözünde bir gerçek vardır. Savaşlarda yaralanan, ölen ya da tutsak alınan; depreme, sele, yangına uğrayanların yanı sıra; kimi zaman da birbirlerini çekiştirip küçültmeye çalışarak yıpratan ve dedikoduları günlük işleri arasında sayan insanlar!.. Gelin de acımayın sizler insan olarak bu tür insanlara!

 

Bilal  Aksoy

Ağustos 1983/Antalya