Vahşi Sözcüğünün Tarihsel Kullanımı
Bilal Aksoy
11 Nisan 2019
Sözlüklere bakılırsa vahşi sözcüğü genel olarak Arapçaya bağlanmaktadır. Şemseddin Sami, vahş sözcüğünün Arapça olduğunu belirterek, bunun aynı dildeki çoğulunu “vuhuş” diye aktarmaktadır. Sami, “vahş” sözcüğünü, “Yabanî, gayr-i mûnis, ehlî olmayan: hımâr-ı vahş=Yaban eşeği” şeklinde açıkla maktadır.1 Aynı sayfada, “vahşet” sözcüğü Arapça gösterilerek karşılığında: “1.Yabanîlik, vahşîlik; İnsanlar bir zamanlar vahşette yaşamışlardır. 2. Issız, tenhalık, yalnızlık: Vahşetin verdiği dehşet. 3. Tenha ve ıssız yerlerde duyulan korku ve dehşet: Çölün vahşeti. 4. Ürkme, korkma, dehşet: vahşet-âmiz, vahşet-engîz=Korkunç, müthiş.” açıklaması yapılmaktadır. Vahş sözcüğüne dayanan “vahşî” ise şu şekilde aktarılmaktadır: “[Lügat-i müvellede olup, asıl Arabîsi müzekker ve müennes için ‘vahş’tır.] 1. Yabanî, me’lûf ve menus olmayan: Vahşî hayvan; vahşî kedi. 2. Vahşî hayvan gibi yaşayan, hazariyyet ve bedeviyyetten evvelki hâl-i ibtidâ’ide bulunan: Vahşi adamlar; akvâm-ı vahşiyye. 3.İnsanlardan kaçar, ürkek: O çocuk pek vahşîdir.”2 Farsça vahşiyane sözcüğünü de aktardıktan sonra vahşiyyet karşılığında ise “[Zaten Arabî olmayan ‘vahşî’ sıfatından uydurulmuş bir lügattir.] 1.Vahşîlik, yabanîlik. 2. Ürkeklik.” yazmaktadır. Ahterî Mustafa Efendi, iki farklı vahş sözcüğünü açıklamaktadır. İlkinde “Kaçmak ve ürkmek ve yaban canavarı ki adamdan ürker. Cem’i vuhûş gelir” derken, ikincisinde “Deni, hakir, zelil kimse”, “(…vahş…bu adî, aşağılık, rezil insanlardan bir adımdır, denir. Cem’i evhâştir. Nitekim vahş aşağılık olan ve karışık, kozmopolit kimsedir, denir.)” açıklamasını yapmaktadır.3 Ahterî Mustafa Efendi, vahşet sözcüğünü de iki ayrı madde halinde örneklerle ifade etmektedir. Bu maddenin bir yerinde yazılanlara bakılırsa Arapça coğrafik terimler olarak “arz… mevhûşet (vahşi hayvanlarla dolu yer. Arz vahşet ıssız yer, beled vahş ıssız, kimsesiz, çorak ve kurak şehir)” den söz edilmektedir4. Arapçada wahşi/vahşi, Farsçada wahşi sözcükleri ‘yaban’ karşılığında da kullanılmıştır5
Azerice vahşi ya da vehşi, Özbekçe vähşiy, Tatarca vahşi, Uygurca vähşi, Başkırtça vähşi sözcükleri6 Ziya Şükûn’un Farsça-Türkçe sözlüğünde belirtilen “Türkistan’da bir vilâyet, Bedahşanda bir vilâyet” karşılığındaki Veheş7 ile bir ilişkisinin olduğu görüşündeyim. Aynı sayfada İranlı ünlü bilge Sa’di’den şu alıntı yapılmaktadır: “İşittim ki Vehş şehrinin âlimi, Yarabbi! Bu şahsı tövbeye muvaffak et diye ağladı.” D. Mehmet Doğan, Arapça kökenli olarak belirttiği vahşi sözcüğü karşılığında şu açıklamayı yapmaktadır: “Yabanî, ehlî olmayan. 2.Medenileşmemiş, barbar. 3. İnsandan kaçan. 4. İnsan eli değmemiş. 5.Yırtıcı: Vahşî kurt.”8 İlhan Ayverdi de kapsamlı sözlüğünde vahş sözcüğünü Arapça olarak göstererek “insandan kaçan, ehlî olmayan, yabânî (hayvan); (…) 2. Tenhâ, ıssız, boş yer.” Açıklamasını yapmaktadır9. Ayverdi, “vahşî” maddesinde ise, yine Arapça vahş “vahşî, ıssız” belirlemesinden sonra vahş maddesinde aktardıklarına ilaveten “gaddar, kıyıcı, merhametsiz; (…) insana yakınlık duygusu vermeyen, dehşet uyandırıp iten, ürkütücü” eklemesini de yapmaktadır.10 İsmet Zeki Eyuboğlu, “vahşet” maddesinde Arapça “vahş (yırtıcı hayvan, yabanıl) den vahşet…” diye yazmaktadır.11 TDK “Türkçe Sözlük”te “vahşi” maddesi karşılığında Arapça vahşi kökenini belirterek “Yabanî”, “Güçlü” ve “Kaba, saygısız, uyum sağlayamayan” açıklaması yapılmaktadır.12 Pars Tuğlacı, kapsamlı sözlüğünde “vahşi” sözcüğünü diğer sözlük yazarları gibi Arapça kökene bağlayıp benzer açıklamaları aktarmaktadır: “yabanî, insana alışık olmayan; İlk çağdaki insanlar halinde kalmış olan, o şekilde yaşayan; insanlardan kaçan, ürkek.”13 Şevket Rado, Arapça vahş’a işaret ederek “yabânî, ehlî olmayan”, “çok iptidaî hayat yaşayanlar”, “insanlardan kaçan, ürkek” karşılığında vahşi sözcüğünü belirlemektedir14. Ferit Devellioğlu da vahş sözcüğünün Arapça kökenini belirterek “yabani, ürkek, insandan kaçan [hayvan]. Issız, tenha [yer]” karşılığını yazmaktadır15.
Vahşi sözcüğüne ilişkin tüm bu yazılanlara rağmen, sözcüğün asıl kökeninin Eski İran Dillerinden kaynaklandığı kanısındayım. Orta Çağda Türkçe konuşan toplulukların yaşadığı merkezi Asyadaki Amu Derya ırmağının bir kolu Vahş adını taşıyordu. Aynı zamanda kimi tarihçilerce Türkistan diye ifade edilen coğrafyada bir bölgenin ve şehrin adı Vahş olarak biliniyordu. Ünlü Orta Çağ tarihçisi Barthold, bu bölge ile ilgili anlatımlarında “Penc ile Vahş arasındaki eyâlet Huttel veya Huttelan adını taşımaktaydı. Bu eyâletin en önemli kısmı Kçi-Surhab ile onun kolu Külâb-Deryâ’nın dar fakat verimli vadisi idi. (…) Kurgan- tübe ovasını kaplayan Vahş eyâleti, siyasî bakımdan Huttel’e bağlıydı. Başşehri Halâverd, Munk’tan daha küçük, Hulbuk’tan daha büyüktü. Levkend nehri de Vahş’ta olup, Halâverd’den bir günlük mesafede ve onun yukarısında idi.” demektedir.16 Barthold, anlatımlarına devamla: “Kefernihen ile Vahş arasında Vaşgird ve Kûvadiyân (Kabadiyan) eyâletleri yer almaktaydı.” İfadelerini kullanmaktadır.17 Barthold, bölgeye ilişkin anlatımlarında ayrıntılara yer vermektedir: “Zamm’den başlayarak Ceyhun’un sol sahili boyunca sulama kanalları vardı; sol sahilde muntazam ekilmiş toprak şeridi Amul’den (Çarcay) başlardı. Âmul, nehirden bir fersah mesafede idi; büyüklük bakımından hemen hemen Zamm’a eşitti; fakat, Horasan’dan Maveraünnehr’e giden anayol üzerinde bulunması dolayısıyla öyle bir öneme sahipti ki, bütün bölge onun ismiyle anılmaya başlamıştı. Sağ sahilde, nehirden yine bir fersah mesafede Farabr yahut Farab şehri vardı.”18 Barthold’un adı geçen eserinin 85. sayfasının 15. dipnotunda Âmu ile ilgili bilgilere de yer vermektedir: “Krş. Streck, “Âmül” mad. İ.A; Âmu Ceyhun’un eski adı olabilir; şehrin adı da belki ondan alınmıştır. Ceyhun üzerindeki Âmül şehrinin adının, Mâzenderân’daki aynı adı taşıyan şehrin adı gibi, Aryanîler’den önceki Amard kavminin adıyla ilgili olması mümkündür; bkz. Marquart’ın fikri (Erânshar, 136). Eğer böyle ise Âmû adı, Aryanice olan Vahş (Ceyhun) adından daha eskidir. Çarçuy adı, ilk defa beşinci yüzyılda görülür; bkz. Barthold, “Amu Darya” mad. E.İ.”19 Emel Esin, bu bölgeyle ilgili anlatımlarında Minorsky, Barthold ve Marquart gibi Orta Çağ tarih otoritelerine atıfta bulunmaktadır: “Minorsky’ye göre ‘Kumici’ belki eski Saka’ların bakıyyesi ve ‘Kancîna Türkleri’ ise, Türkleşmiş Âk Hunlar idiler. Vahş-Surhâb-Kızıl-su vadisinin kuzeyi Kara-tegin ilidir” 20
Emel Esin sözlerine devamla şu açıklamayı yapmaktadır: “Vahş ırmağının batı kıyısına ‘Vahş’ İli denirdi ve Vahş ırmağı ile Amu-deryânın, (Kuzey-Doğuya akan, Penc, veya Vahân-deryâ adli) dirseği arasındaki bölgeye, Huttal adı verilirdi; Vahş ve Huttal ekserî aynı hükümdar idâresinde bulunurdu; Vahş ve Huttal arasında, bölgenin en büyük şehri Vaşcird’in bulunduğu yerde bir taş köprü vardı: Eranşahr, 233-34; Barthold, Turkestan, 69. HuttaPin çince ‘Ku-tu’ ismi, türkçe ‘Kutlug’ dan geliyordu ve ‘Ku-tu’ adı, çince, tek boynuzlu efsânevi hayvana da verilirdi : Şimâl, 70. M. 699’da Huttal kralı adı olarak Tabarî’nin verdiği ‘Alsül’ı, Marquârt (Eranşahr, 302), Çinlilerin muharref şekilde aks ettirdiği Türk kağan adı ‘Sha-po-lio’ (Işbara) ile aynı isim sanmaktadır. M. 726’da Huttal’da Buddhist bir Türk sülâlesi hâkim bulunuyor ve çok âbideler yapdırıyorlardı; halkın yarısı Türk, yarısı Tobâristânİı idi ve konuşdukları dil yarı-türkçe, yarı Tohâristân dili idi: Fuchs, 452. M. 729’da Huttal hükümdârlarının, çince ‘Hie-li-fa’ (ilteber) ve ‘se-kin’ şeklinde tahrîf edilen, Türk unvanları vardı. Bu sülâleye ‘Ku-tushe’- (Huttal she’si) de denirdi: Docs., 168 ve not 5. Huttal hükümdârlarının ‘Se-kin’ ve ‘Şe’ unvanlarının, ‘şad’, ‘şed’ gibi Türk unvanlarının küçültme ekli olan ‘şedek’, ’şetek’ gibi bir şekli olduğu, V. yüzyıl başından bir Huttal hükümdârının mühründen Ghirshman (58-9) istihrâc etmişdi.”21 Vahş şehirlerinden söz eden 10. yüzyıl coğrafyacılarından Nusaybinli İbn Havkal, “Helâverd ve Liyûkend şehirleri Vahşâb nehri kıyısında olup ikisi de Vahş şehirlerindendir.”22 İbn Havkal, bir başka yerde, “Ceyhun’a gelince, bu nehrin ana kolu Harbâb’tır. Bu nehir Bedahşân hududundaki Vahhan diyarından çıkar. Huttal ve Vahş hudutları içinde buna yeni nehirler katılır. Böylece büyük bir nehir olur. Buna karışan nehirler arasında ana koldan sonra Ahşu (Aksu) nehri gelir. Buna Hülbük nehri de denir. Bundan sonra Berbân nehri, üçüncü olarak Fârgar nehri, dördüncü olarak Endîçerağ, beşinci olarak Vahşâb nehirleri katılırlar. Vahşâb bunlar arasında suyu en bol olanıdır. Bunların hepsi İrhan nehrinden önce Ceyhun’a katılırlar.”23 İbn Havkal’a göre, “Mâverâünnehir’de Ceyhun üzerindeki ilk kûre Huttal ve Vahş’tır. Bunlar iki kûre olmalarına rağmen tek bir amillikte toplanmışlardır. Bunlar Harbâb ile Vahşâb arasındadırlar. (…) Vahş ile Huttal’a komşu ülkeler arasında Vahhan ve Şikiniyye bulunmaktadır. Bunlar küfür diyarıdır. Buralardan misk ve köle getirilir.”24
Vahş dolaylarına ilişkin bilgiler veren bir başka coğrafyacı XIII. yüzyılın sonlarıyla XIV. yüzyılın başlarında yaşayan Ebü’l-Fidâ’dır. “Ebü’l-Fidâ, Selahaddin-i Eyyubi’nin büyük kardeşi Şahinşah’ın oğlu ve Eyyubilerin Hama kolunun kurucusu Takiyyeddin Ömer’in soyundan gelir.”25 Ebü’l-Fidâ, Vahş’ın Mâverâünnehir’in Hattalan kûresinde olduğunu belirtmektedir. Ebü’l-Fidâ, Semânî el-Ensab’a atfen Vahş’ın Belh bölgesinde havası hoş bir belde olduğunu aktarmaktadır.26
O halde, adından sıkça söz edilen Vahş nehri, Vahş beldesi, Vahş kenti ve Vahş bölgesi adlarındaki vahş ne demektir. Önce ona bakmak gerekmektedir. Alman Doğu bilimci Prof. Josef Markwart (önceleri Marquart, 1864-1930), yukarıda belirttiğim Vahş adını ‘büyüyen, şişen, taşan, azan’ karşılığındaki Eski İran Dillerindeki vahşu sözcüğüne bağlamaktadır27. Aynı Doğu bilimci, adını Markwart diye değiştirmeden önceleri yazdığı “Ērānšahr” adlı kitabında “Waxš” şehrinden söz etmektedir.28 Marquart, aynı eserinin bir başka yerinde, Halaward ve Lawakand’ın Waxšab’ın kıyısında bulunduklarını ve Al Waxš bölgesinin iki ayrı başkentleri durumunda olduklarını açıklamaktadır.29 Merkezi Asya’daki Âmuderya nehrinin bir diğer adı olan Ceyhun ile Adana yöresindeki Ceyhan ırmağı adlarının Farsça cehân (hızlı akan, taşan, kabaran; sıçrayan, fırlayan) sözcüğüne dayandığı kanısındayım. İran Horasanı’nda da Ceyhan adlı bir kasaba bulunmaktadır. Adana yöresindeki Ceyhan nehri, bir kısım kaynaklarca Cahan, Cihan, Cehan şekillerinde aktarılmıştır. Küçük Asya’daki Ceyhan nehri, tıpkı Orta Asya’daki Ceyhun nehri gibi yılın dönemlerinde alabildiğine suyu kabarıp çevresine taşmaktadır. Bu açıdan, her iki nehrin adlarının yukarıda açıkladığım Farsça sözcükle bağlantılı olduğunu sanıyorum. Ceyhan ve Ceyhun (Amuderya) nehirlerinin yılın belirli zamanlarında kabararak taştığı bilinmektedir. Ceyhun nehrinde “kabarmanın en sıcak ve yağışsız mevsime raslaması, nehir boyundaki ekim ve dikim için çok elverişli gelmektedir.”30 Bir görüşe göre, Küçük Asya’ya gelen Türkçe konuşan halklar oradaki Ceyhun adını buraya da taşıyıp Ceyhan olarak telaffuz etmişlerdir. Bununla birlikte, Orta Çağda bu ırmak Ceyhan adıyla biliniyordu. Tevrat’ın Tekvin bölümünde Aden’den çıkan ırmağın dört kola ayrıldığını, “Ve ikinci ırmağın adı Gihondur; bütün Kuş ilini kuşatan odur” denilmektedir31. Gihon ırmağını Aras, Nil, Ceyhan ya da Ceyhun’la ilişkilendirenler vardır. Sasaniler Amuderya ırmağına Vehrod ya da Behrod diyorlardı. Buradaki rod son ekinin sonraları telaffuz edilen rud (akarsu, çay, ırmak) sözcüğü olduğu anlaşılmaktadır. Araplar bu ırmağı Nahr-i Balh (=Belh nehri) diye adlandırıyorlardı. Çinlilere gelince, onlar Amuderya ırmağını Kui–Şui adıyla anıyorlardı. Kui–Şui adındaki Çince şui sözcüğü Türkçedeki su sözcüğüne karşılıktı. Eski Yunanlılar bu nehre bir olasılıkla Eski Türklerin aynı nehir için kullandıkları Ögüz (akarsu, ırmak) adından bozulma olarak Oxos dediler. Zeki Velidi Togan, Kui-Şui adını ‘öküz nehri’ olarak karşılamaktadır32. Eski Yunanlıların telaffuz ettiği Oxos (Oksos) adını, bu nedenle ‘öküz’ diye açıklayanlar bulunmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, Kimi tarihçilerce ‘öküz’ diye ifade edilen Eski Yunanca Oksos adı, Oğuz adının da kökenini oluşturmuş görünmektedir. Küçük Asya’daki Oğuz boyları, akarsu karşılığında öz sözcüğünü telaffuz etmişlerdir ki, bunun Ögüz (Amuderya) adıyla bağlantılı olması mümkündür. “Amuderya’nın başlıca kaynak kolları Surhan (Çağan Ruz), Kâfirnihan (Ramiz), Vahş (Sürhab, Kızılsu), Külâb Derya (Berhan), Vah-ab (Vahan Derya, Penc, Aksu), Barteng, v.b. dir.”33 Ruslar Vahş ırmağına Uranovodsk diyorlardı34. Selçuklular döneminde Davut Bey (Çağrı Bey), oğlu Alp Arslan’ın Gazneliler üzerine yaptığı başarılı seferden sonra, Belh, Toharistan, Tirmiz, Kobadiyân, Vahş ve Valvâlic’i 1058 yılında oğlu Alp Arslan’a “tevcih” etmiştir35. Alp Arslan’ın babası Davut (Çağrı) Bey, Ebû Ali b. Şadan’ı onun veziri yaptı. Ebû Ali b. Şadan, ölünceye dek Alp Arslan’ın veziri olarak kaldı. Daha sonraları Nizamü’l-Mülk Alp Arslan’ın veziri olmuştur.
Amuderya’nın kollarından biri olan Vahş (Sürhab, Kızılsu) tıpkı Amuderya’nın diğer bir adı olan Ceyhun adında olduğu üzere ‘aşırılık, taşkınlık, hızlı ve gürültülü akışkanlık’ ifade etmektedir. Genellikle eski İranlı yazarlarca bu yöreden olan kimselere Vahş nehrinden ya da Vahş ilinden ötürü Vahşi denilmiştir. Vahşi tanımlaması Vahş nehri ya da Vahş ili yöresinden olan kimse karşılığında ifade edilmiştir. XVI. yüzyılda İran edebiyatının önde gelen şairlerinden biri de Vahşî Bâfkî’dir. Vâhşî onun mahlasıdır. Öte yandan, “Amu-Derya’nın yukarı sağ kolu olan Surh-Āb (bu kolun daha yukarısına Kızıl su derler)’ın aşağı kısımlarına verilen Vahş ismi ile eski ḫvārizmlilerde ve eftalitlerde su ilâhına ve bilhassa Amu-Derya perisine delâlet eden vaḫş ve oaḫşo kelimeleri” diye Marquart’a gönderme yapan Zeki Velidi Togan, İslam Ansiklopedisi’ndeki “Amu-Derya” maddesinde konuya ilişkin aktarımlarda bulunmaktadır36. Yaşadığımız coğrafyada 1980’lerde Çorum’un Kargı ilçesine bağlı Çobankaya köyünün adı Vahşili, Urfa’nın Akçakale ilçesine bağlı Şahinalan köyünün değiştirilmeden önceki adı Vahşiye idi.
İrani Dillerde wahş sözcüğü ‘kabına sığmayan, aşırı, taşan, kabaran, azgınlaşan, hiddetlenen’ gibi karşılıklarda telaffuz edilmiştir. İran Horasanı’nın kuzeyindeki Amu Derya’nın bir kolunu oluşturan Wahş nehri adını, söz konusu akarsuyun düzensiz ve taşkın akışına istinaden almış olmalıdır. Eski İranlıların bu yörede yaşıyan başta Türkçe konuşan halklara Vahş bölgesinden/ülkesinden oldukları için Vahşi demeleri, günümüzde de ‘azgın, toplum dışı, cemiyete aykırı, medeni olmayan’ karşılığında kullanılmasının temelini oluşturmuş olabilir. Tarihsel olarak Vahş ülkesinde yaşayan Türkçe konuşan halklar farklı dinlere ve inançlara sahip olmuşlardır. Söz gelimi, VII. ve VIII. yüzyıllarda Batı Türkistan’daki Vahş ülkesinde Budist tapınağı inşa edilmiştir37.“Köktürük”lerde başta Zerdüştilik, Şamanizm, Budizm olmak üzere birçok inanç boy vermişti. Bir zamanlar İranlılar ve Araplar bu bölgeye Kafıristan dediler. İnanç farklılıklarına dayanan İlk Çağ ve Orta Çağ toplumları biribirlerini Acemi ‘Barbar, Vahşi, Kâfir, Gâvur, Zındık, Bedevi, Göçebe, Çadırcı’ vb. sözcüklerle tanımlamışlardır. Kürtçe wehşi 38 ve Farsça wehşi39 sözcükleri ‘yabani’ karşılığında telaffuz edilmektedir. Buna karşılık, kuzey Kürtlerinde vaşi sözcüğü de ifade edilmektedir. Hintçe vahşi, Arapça vahşi sözcükleri de ‘yabani’ oluşu karşılamaktadır. Farsça vehş sözcüğü de ‘yabani’ karşılığındadır40. İran coğrafyasında bunun vahş şekli de söz konusudur. Farsçadaki wehşi ya da vehşi şekilleri Farsça vehş (yabani) sözcüğünden kaynaklanmıştır. Abdullah Yeğin, “vahşet” karşılığında ‘yabanilik, ıssızlık, tenhâlık, vehim, ürküntü, korku’ diye belirtmektedir41. Sonuç olarak, vahşi sözcüğü Arapça kökenli değil, Eski İran Dillerinden kaynaklanmaktadır. Zamanla Arapçada da kullanılmıştır. Aynı sözcük, diğer bir kısım Semitik Dillere de intikal etmiştir.
KAYNAKÇA
(1) Şemseddin Sami, “Kamus-ı Türkî”, Haz. Paşa Yavuzarslan, TDK Yay., Ankara 2015, s.1295.
(2) Şemseddin Sami, age, s.1295.
(3) Ahterî Mustafa Efendi, “Ahterî-i Kebir”, Haz. Prof.Dr. H. Ahmet Kırkkılıç, Doç. Dr. Yusuf Sancak, TDK Yay., Ankara 2009, s.1060.
(4) Ahterî Mustafa Efendi, agy.
(5) “Vocabularies English, Arabic, Persian, Turkish, Armenian, Kurdish, Syriac”, London 1920, s.500.
(6) “Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü”, C.I, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1991, s.934-935.
(7) Ziya Şükûn, “Farsça-Türkçe Lûgat/Gencinei Güftar/ Ferhengi Ziya”, C.3, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1984, s.1953.
(8) D. Mehmet Doğan, “Büyük Türkçe Sözlük”, İz Yayıncılık, 11.baskı, Ankara 1996, s.1110.
(9) İlhan Ayverdi, “Misalli Büyük Türkçe Sözlük”, Kubbealtı, İstanbul 2011, s.1304.
(10) İlhan Ayverdi, agy.
(11) İsmet Zeki Eyüboğlu, “Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü”, Sosyal Yay., İstanbul 1988, s.363.
(12) “Türkçe Sözlük”, TDK Yay., 9.baskı, C.2, Ankara 1998, s.2326.
(13) Pars Tuğlacı, “Okyanus Ansiklopedik Sözlük”, C.VI, Pars Yay., İstanbul 1972, s.2967.
(14) Şevket Rado, “Büyük Türk Sözlüğü”, Hayat Yay., İstanbul TY, s.1214.
(15) Ferit Devellioğlu, “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat”, 12.baskı, Aydın Kitabevi Yay., Ankara 1995, s.1133.
(16) V.V. Barthold, “Moğol istilasına kadar Türkistan”, haz. Hakkı Dursun Yıldız, TTK Yay., Ankara 1990, s.72.
(17) V.V. Barthold, age, s.74.
(18) V.V. Barthold, age, s.85.
(19) V.V. Barthold, age, s. 85/dp.15.
(20) Emel Esin, “İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Târîhi ve İslâma Giriş”, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1978, s.238.
(21) Emel Esin, agy.
(22) İbn Havkal, “Sûrat el-Arz” (Yeryüzünün Sûratı/Haritası); “10. Asırda İslâm Coğrafyası” adıyla çeviren Ramazan Şeşen, Yeditepe Yay., İstanbul 2014, s.394.
(23) İbn Havkal, age, s.358.
(24) İbn Havkal, agy.
(25) Ebü’l-Fidâ, “Takvimü’l-büldan”; “Ebü’l-Fidâ Coğrafyası” adıyla çev. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yay., İstanbul 2017, Ramazan Şeşen’in önsözünden.
(26) Ebü’l-Fidâ, age, s.384.
(27) Josef Markwart, “Wehrot und Arang”, Leiden 1938, s.32.
(28) Dr. J. Marquart, “Ērānšahr”, Berlin 1901, s.236.
(29) Dr. J. Marquart, age, s.232.
(30) Türk Ansiklopedisi “Amuderya” maddesi, C.2, s.394.
(31) Kitabı Mukaddes, Tevratı Şerif yahut Eski Ahit Kitabı, Tekvin, 2 (14).
(32) Zeki Velidi Togan, İslam Ansiklopedisi “Amu-Derya” md.
(33) Türk Ansiklopedisi “Amuderya” md.
(34) Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Amuderya” md.
(35) Mehmet Altay Köymen, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, C.III, TTK Yay., 6. Baskı, Ankara 2016, s.4,78; İbn’ül-Adîm, “Bugyetü’l-taleb fî Tarihi Haleb” Seçmeler), çev. Ali Sevim, TTK Yay., Ankara 1982, s. XXXIV, 21.
(36) Josef Markwart, “Wehrot und Arang”, Leiden 1938, s.33.
(37) Emel Esin, age, s.70.
(38) D. İzoli, “Ferheng”, İstanbul 1992, s.824,829.
(39) İbrahim Olgun-Cemşit Drahşan, “Türkçe-Farsça Sözlük”, Elhan Kitabevi, Ankara TY, s.492.
(40) İbrahim Olgun-Cemşit Drahşan, “Farsça-Türkçe Sözlük”, Elhan Kitabevi, Ankara 1984, s.371, 372.
(41) Abdullah Yeğin, “İslamî-İlmî-Edebî-Felsefî Yeni Lûgat”, 3.baskı, Yeni Asya Yay., 1975, s.754.