Selahaddin-i EyyûbîOrta Çağın Karizmatik Sultanı
Orta Çağın Karizmatik Sultanı
Bilal Aksoy
13 Kasım 2018/Ankara
1138 yılında günümüzde Irak adıyla bilinen ülkenin Tikrit kentinde doğdu. Necmeddin Eyyûb’un oğludur. Necmeddin Eyyûp ise Şadi’nin oğludur. Eyyûbîler hanedanlığı, adını Necmeddin Eyyûb’dan almaktadır. Alman Doğu bilimci ve bir zamanlar Prusya Kültür Bakanı olarak görev yapan Prof. Carl Heinrich Becker (1876/Amsterdam- 1933/Berlin) İslam Ansiklopedisi’ndeki “Eyyûbîler” maddesinde bu hanedanlığın şeceresini de aktarmaktadır. Amsterdam’da bir bakanın oğlu olarak doğan Becker, Mısır tarihi üzerine oldukça yararlı çalışmalar yapmıştır. Rusya Bilimler Akademisi üyesi ve Abraham Lincoln Vakfı Başkanı olarak da görev ifa eden Becker, Eyyûbî ailesi hakkında şu bilgileri aktarmaktadır: “Ayyub’un babası Şadi b. Marvan, Kürt Ravadiya aşireti reislerinden olup, Azerbaycan’daki Dvin şehri ahalisindendir. Bu âilenin aslı bilâhare Ayyub-oğullarının ihtişamı devirlerinde araplaştırılmaya çalışılmış ve uzun bir silsilename uydurulmuştur (Kutb al-Din Yumini’nin Mir’at al-zaman zeylinde bu şecere mevcuttur).”1 Burada sehven Yumini olarak kaydedilmiş olan yazarın, Orta Çağın Arap asıllı tarihçisi Kutbuddîn Musa b. Muhammed el-Yûnînî (1242-1326) olduğu sonucuna vardım. Yûnînî, aslen Ba’lebek’e bağlı Yûnîn kasabasındandır. Ba’lebek denilen kent, günümüzde Lübnan’ın Bika vadisindeki Baalbek’tir. Özgün adıyla Ebu’l-Feth Kutbuddîn Musa b. Muhammed b. Ahmed el-Ba’lebekkî el-Yûnînî olarak kayıtlara geçen bu zat “Zeylu Mirati’z-Zaman”adlı kitabında Eyyûbî hanedanlığını düzmece bir iddiayla Arap kökene dayandırmaktadır. Becker’in de ifade ettiği üzere söz konusu olan şecere hayali bilgi nakillerine ve Arap rivayetlerine istinat etmektedir. Bu kitap aynı yazarın daha önce yazdığı “Muhtasaru Mir’âti’z-zamân”ın bir devamı niteliğindedir. Memluk tarihçisi olarak da bilinen Yûnînî’nin yazmış olduğu kitabın, günümüze dek dünyanın farklı kentlerinde farklı tarihli baskıları yapılmıştır. Alman Doğu bilimci Moritz Sebastian Sobernheim (1872-1933), İslam Ansiklopedisi’ndeki “Salâh-ad-Din Eyyûbî” maddesinde: “Zekâsı, iyiliği ve dindarlığı üzerine kurulmuş bulunan iktidârı sarsılmaz halde idi. Her türlü hırs ve temâh ona yabancı idi; biri Fâtımî halîfesi al-Azid’in ve diğeri atabey Nur al-Din’in ölümünde olmak üzere, iki defa büyük servetler elde etmek fırsatını buldu. Halîfenin hazinelerini askerlerine ve taraftarlarına dağıttı; Nur al-Din’in servetine dokunmadı; onu oğlunun emrine bıraktı” demektedir.2 Doğu bilimcilerce hazırlanan İslam Ansiklopedisi’nin baş editörü İngiliz tarihçi ve Doğu bilimci Clifford Edmund Bosworth (1928- 2015) tarafından yayımlanan “İslam Devletleri Tarihi” adlı kitapta: “Hanedanın kurucusu Eyyûb, Kürtler’in Hazbânî kabilesinden idi” denildikten sonra bu ailenin Türkleştiği yönündeki iddialara da değinilmiştir.3 Aynı kaynağın 75. sayfasında Eyyûbîlere ilişkin şecere bulunmaktadır. İran Ansiklopedisi’nde “Şaddadiler” maddesi yazarı ve bir ara Ankara’daki İngiliz Enstitüsü’nde müdür yardımcılığı görevi üstlenen İngiliz tarihçi prof. Andrew Charles Spencer Peacock, bu hanedanlığa ilişkin bir kısım aydınlatıcı bilgiler vermektedir. İngiltere’de Saint Andrew Üniversitesi Orta çağ Araştırmaları Enstitüsü’nde tarih profesörü olarak görev yapan Peacock, Şeddadileri Kürt kökenli Kafkas hanedanlığı olarak belirtip; 950’den 1200’e kadar önce Dvin ve Gence’de ve sonra Ani’de hüküm sürdüklerini aktarmaktadır.4 Bu hanedanlığın madeni paralarından, hazinesinden söz eden çalışmalar da yapılmıştır. Bununla ilgili olarak Alexander Akopyan’ın “Şeddadi Emiri Aşot b. Şavur’a Ait Nadir Bir Sikke” başlıklı makalesi bunlardan biridir.5 “Aşot b. I. Şavur’un Sikkesi” denilen paranın ön yüzünde “La İlahe ill’âllah, Sultanu’l Muazzam, Şahinşah Alp Arslan” ve arka yüzünde: “el-Emîru’l-Ecel el-Adil, Şerefu’d-Devle Ebû Ali Aşot bin Şavûr” şeklinde yazılıdır.6 Kasım 1273’de Dımışk/Şam’da doğan Ebû’l-Fidâ, Selahaddin-i Eyyûbî’nin yeğeni Hama hâkimi Takiyeddin’in afradındandır. Ebû’l-Fidâ, Selahaddin’in aslının Divin’li Kürt Revaddiye kabilesinden olduğunu açıklamaktadır. İsmail Serhenk, 2009’da Kahire’de tekrar baskısı yapılan “Hakaikü’l-Ahbar an Düveli’l–Bihar” adlı kitabında Selahaddin-i Eyyûbî’nin amcası Şirkuh ve babası Necmeddin Eyyûb’un Erivan yakınlarındaki Dvin kasabası Revadiyye Kürtlerinden olduğunu öne sürmektedir. 1160’da Cezire/Cizre’de doğan İbnü’l-Esir, Selahaddin-i Eyyûbî döneminde yaşayan ve İbnü’l-Esir diye bilinen üç kardeşten ikincisidir. İzz al-Din Abu’l Hasan Ali b. Muhammed özgün adını taşıyan bu ikinci İbnü’l-Esir, “al-Kâmil fi’t-tarih” adlı 12 ciltlik ünlü kitabın yazarıdır. Tarihçi İbn Hallikan, İbnü’l-Esir’i Halep’te gördüğünü ve sık sık yanına gittiğini açıklamaktadır.7 M. Şerafeddin (Yaltkaya), söz konusu İbnü’l-Esir kardeşler üzerine 1322’de İstanbul’da “İbn Esirler” adlı bir kitap yayımlamıştır. XII. yüzyılda İbnü’l-Esir kardeşlerden ikincisinin yazdığı “al–Kâmil fi’t–Tarih” adlı 12 ciltlik kitabın 11.cildinde Esedü’d-din Şirkuh ve ağabeyi olan Necmü’d-din Eyyûb’un, Şadi’nin oğulları olarak Dvin kentinin Zevadiye Kürtlerinden oldukları belirtilmektedir.8 Buradaki Zevadiye adı, tarihçilerce yaygın olarak Revadiye şeklinde nakledilmektedir. İbnü’-Esir kardeşlerden üçüncüsü olan Ziya al-din Abu’l- Fath Nasr Allah ise Selahaddin’in oğlu Malik al-Afsal’ın veziri olarak görev yapmıştır. Öte yandan, Eyyubi soyundan gelen ünlü tarihçi Ebu’l-Fida (1273-1331), Kum kenti civarında Türklerle meydana gelen savaşlara katılmış ve bu savaşlarla ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Özgün adı Abu’l-Fidâ İsma’il b. Ali b. Mahmud b. Omar b. Şahanşah b. Ayyub İmad al-din al-Ayyûbî olan bu bilgin Şam’da doğmuştur. Tarih ve coğrafya kitapları yazmıştır. 9 “al- Muhtasar fi tarih al-başar” adlı ünlü tarih kitabı iki cilt olarak İstanbul’da 1869/1870 ve Kahire’de 1907/1908’de yayımlanmıştır. Ebu’l-Fida da Selahaddin’in aslının Dvin’li Revadiye Kürtlerinden olduğunu aktarmaktadır. “Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162)” kitabını Ermenice aslından Fransızcaya çeviren Fransız bilgini Edouard Dulaurier (1807-1881), bir dipnotunda: “Revadi Kürd kabilesinden olup Azerbaycan’ın Meraga şehrinin emîri olan Ahmet Yel ben-İbrahim ben Vahsuzan”’ın Haşhaşiler tarafından öldürüldüğünü nakletmektedir.10 Rus asıllı Doğu bilimci, tarihçi ve diplomat Vladimir Feodoroviç Minorsky (1877-1966), ünlü biyografyacı ve tarihçi İbn Hallikan’a istinaden Selahaddin Eyyûbî’nin dedesi Şadi’nin Duwin yakınlarındaki Ajdanaqan köyünde doğduğunu ifade etmektedir.11 Şadi, iki oğlu (Necmeddin Eyyub ve Şirkuh) ile birlikte Bağdad’a oradan da Tekrit’e geçer. Tekrit’te ölen Şadi’nin kubbeli mezarı (türbe) da bu kasabadadır.”12 Süryani tarihçi ve din adamı Bar Hebraeus/Gregory Abû’l-Farac (1226-1286), iki ciltlik tarih kitabında Selahaddin’den bir hayli söz etmektedir. Abû’l-Farac, İbnü’l-Esir’e istinaden “Şirkuh ve Eyyûb, Şadi’nin oğulları idi ve bunlar Ermenistan’ın bir şehri olan Dâvin’den idiler ve ırkan Kürttüler” demektedir.13 M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Anı Şehri Tarihi (1018-1236)” adlı kitabında Şeddadiler (Şadioğulları) hanedanlığına dair şu bilgileri aktarmaktadır: “Bütün kaynaklar, Şeddâdlılar’ın, ‘Aran (Aras-Kür ırmakları arası)-Kürtleri’nden olduğunu belirliyor. Bunlar, Aran’daki ‘Bala-Sakan’ (=Bala-Sakalar) kolundan gelmedirler. 646’daki ilk İslâm-Arap orduları Aran’ın merkezi ‘Bardaa’ (Partav/Berde) şehrini işgal edince, güzün (yaylaklarından dönen) ‘Ekrâdu-Balasagan’ (Balasagan-Kürtleri), İslâmiyeti kabul etmiyerek, İslâm serdarı Selmân ile savaşıp yenilerek, cizye ödemeğe mecbur kalmışlardı (Belâzurî, s.203). Fakat aynı yılda (kışlaktaki) Ekrâdu-Balasagan isyan ettiğinden, ancak, Basra’dan gelen yeni kuvvetle bastırıldılar (İbnülesîr, VII, 308)”14 X. yüzyıl coğrafyacısı Nusaybinli Ebû’l Kasım İbn Havkal’ın “Sûrat el–Arz” adlı kitabı “İslâm Coğrafyası” adıyla Ramazan Şeşen tarafından Türkçeye çevrilmiştir. İbn Havkal’in Duvin adıyla ifade ettiği söz konusu yerleşim yeriyle ilgili birtakım bilgiler edinmekteyiz. İbn Havkal, bu kitabında adı geçen şehir için betimlemelerde bulunmaktadır: “[Duvin’e gelince hayratı, bostanları, meyveleri, ziraatı bol büyük bir şehirdi. Etrafında kerpiçten bir sur vardı. Akarsuları bulunuyordu. En çok pirinç, pamuk ekiliyordu. Zamanımızda Gürcülere komşu olmaları sebebiyle halkının vaziyeti kötüleşti. Gürcüler fırsat buldukça şehri yağmaladılar, yaktılar. Şimdi şehir halkı şehrin ortasında bir Cuma mescidi yaptılar. Etrafını sur ve hendekle çevirdiler. Camisinin ortasında bir su kaynağı bulunuyor. Gürcüler baskın yapınca camiye sığınıyorlar. Bu şehirle Aras nehri arasında 2 fersah kadar mesafe vardır.].”15 İbn Havkal, Merağa yakınlarındaki Urmiye şehrini de tasvir etmektedir: “Burası nezih, çok üzüm, akarsu bulunan bol çiftlikleri, rustakları, olan, ticareti ve ürünleri bol bir şehirdir. Burasıyla Merağa arasında Kebudan (Urmiye) gölü vardır. Merağa gölün doğusunda, Urmiye batısında yer alır. Urmiye’nin geniş rustakları, verimli nahiyeleri bulunur. Urmiye toprağında, Urmiye amiliğine bağlı Uşnuh şehri bulunur. Burası bol ağaçlık, yeşil, hayratı, meyvelikleri, verimliliği, üzümleri akarsuları çok bir yerdir. Hezbaniye Kürdlerinin yurdu olduğu için kırları daha rahat, hayırları daha boldur. Hezbaniler burada yazlarlar, hayvanlarını otlatırlar. Malları, mülkleri buradadır. Bu bölgede yılın belli zamanlarında ticaret için kazançlı, çok alış-veriş yapılan panayırlar kurulur. Çok miktarda koyun, hayvan, bal, badem, ceviz, mum vs. ticaret malları üretilir.” 16 Abû’l Farac, Selahaddin’in meziyetleri üzerine bir kısım olayları aktarmaktadır. Bunlardan birine göre, “Selaheddin Akkâ’nın karşısında karargâh kurduğu sırada ordunun kadısı ile birlikte birgün at sırtında dolaşırken Yahudinin biri bağırdı ve şu sözleri söyledi: ‘Arapların şeriatinden yardım diliyorum.’ Köleler bu adama sordular: ‘Hasmın kim ve kimin tecavüzüne uğradın?’ Yahudi şu cevabı verdi: ‘Hasmım sultanın kendisidir ve onun köleleri bana tecavüz ettiler.’ Selaheddin bu sözlerinden hiddetlendi ise de derhal atından indi ve kadı da aynı şekilde hareket etti. Sonra Selaheddin kadının karşısına yahudi ile beraber yanyana durdu ve yahudi şu sözleri söyledi: ‘Ben bir yahudiyim ve Şam tacirlerindenim. Deniz yolu ile İskenderiye’den geliyorum. Yanımda yirmi yük şeker vardı. Akkâ limanına çıkınca sizin adamlarınız beni soydular ve bana şu sözleri söylediler: ‘Sen bir kâfirsin ve senin malların sultanın hakkıdır.’ Bunun üzerine Selaheddin şekeri alanları getirtti, bunlar şekeri hazineye vermiş olduklarını söylediklerinden şekerin bedeli onun emri ile yahudi tacire verildi.”17 Abû’l Farac’ın aynı kitabında dipnot olarak şu bilgilere de yer verilmektedir: “Bedjan’ın notu: ‘Selaheddin Milâdın 1193 yılının 4. Ezar günü öldüğü zaman 57 yaşında idi. Denildiğine göre öleceği sırada emirlerden birinin, kefenini bir sarığa asarak çarşıda dolaşmasını ve şu sözleri söylemesini emretmişti: Sultan Selaheddin öldü ve bütün mallarından yalnız bu kefen parçasını alıp götürdü.” 18 Sultan Selahaddin “öldüğü zaman hazinesinde bir tek dinar ile 36 zuze bulunmuştu.19 Söylendiğine göre, sultan Selahaddin vefat edince 17 erkek oğul ve bir kızı geride kalmıştır. Kürtçe, Arapça, Farsça ve Türkçe konuşan Selahaddin; haramdan kaçınır, az eğlenir, kibirlenmez ve sufilerin semalarına da katılırdı.20 Fransız tarihçi Albert Champdor, “Saladin, Le Plus Pur Héros de l’İslam” (İslam’ın en asil kahramanı) adlı kitabında, Eyyubi hanedanlığının inşa edilmesi sürecinde Selahaddin’in yeni bir kanla, Kürt kanıyla İslamı yeniden canlandırdığını ifade etmektedir.21 Buna karşın, İngiliz Orta Doğu Araştırmaları Derneği başkan yardımcısı ve İslam tarihi uzmanı olan Prof. Carole Hillenbrand (1943-), İskoç asıllı İngiliz tarihçi ve Doğu bilimcisi prof. Hamilton Alexander Rosskeen Gibb (1895-1971)’in “The Armies of Saladin” adlı kitabına atfen (s. 138-57), “Selahaddin’in Kürt kökenine rağmen ordusunda Türk sayısı fazla idi” demektedir.22 Lübnanlı Amerikan tarih profesörü Philip Khuri Hitti (1886-1978), “İslam Tarihi” adlı kitabında Selahaddin Eyyubi’nin Tekrit’te Kürt bir ailede doğduğunu aktarmaktadır.23 Avusturyalı Doğu bilimci, subay ve numismatist Eduard Karl Max Ritter von Zambaur (1866-1947), Müslüman hanedanlıkların şeceresi ve kronolojisi üzerine yapmış olduğu çok değerli çalışmasında Eyyûbîlerin ataları olan Şeddadilere ilişkin de bilgiler vermektedir. Zambaur’ın söz konusu kitabı 1927’de Honnover’de Fransızca olarak yayımlanmıştır.24 Türkçesiyle ‘İslam tarihi için şecere ve kronoloji el kitabı’ adını taşımaktadır. İranlı Azeri asıllı tarihçi S. Ahmad Kasravi Tabrizi (1890-1946), “-Şahriyaran-i Gum’nam” (Forgotten Rullers/ Unutulmuş Hükümdarlar) adlı çalışmasının ilk cilddini 1928’de Tahran’da yayımlamıştır. Sonraları bu çalışmasının üç cilt olarak 1930, 1957 ve 2000 yıllarında tekrar baskıları yapılmıştır. 1980’li yıllardan bu yana yararlandığım bu kaynağın üçüncü cildinde -benim 1985’de Şadililer olarak ifade ettiğim- Şeddadilere ilişkin bir şecere/soy ağacı (<Arapça şecer: ‘ağaç’) bulunmaktadır.25 Şemseddin Sami, 1890-1900 yılları arasında yayımladığı tarih, coğrafya ve biyografiden oluşan 6 ciltlik “Kamûsu’l–a’lâm” adlı eserinde Selahaddin-i Eyyûbî hakkında şu belirlemeyi yapmaktadır: “Cesûr, şecî, âdil, kerîm, merhametli, kâffe-i ulûmâ ve hatta ilm-i tıbba dahi vâkıf idi. Frenkler Salâhaddîn’in etvâr ve ahlâkına metfûn olub, düşmanları oldukları hâlde ilâ yevminâ hazâ nâmını hurmet-i mahsûsa ile yâd ederler.”26 Namık Kemal, “Evrak-ı Perîşân” adlı kitabında zamanın İslam yazarlarının Selahaddin Eyyûbî’ye yönelttikleri eleştirileri cevaplamaktadır. Bu eleştiriler daha çok, Fatımî’lere son verişi, Suhraverdi’nin öldürülüşü ve Nureddin ile olan ilişkiler üzerinedir. Namık Kemal, Selahaddin-i Eyyûbî’ye yapılan bu eleştirilerin haklı gerekçelere dayanmadığı görüşündedir.27 İslam Dünyasında polis teşkilatını ve kent emniyet görevlerini analiz eden İbn Haldun (1332-1406) şu yargıya varmaktadır: “Doğudaki Türk devletlerinde bu görev, Türk olan şahıslar veya daha önce devlet sahibi olan Kürtlerin (yani Eyyubîlerin) neslinden gelenler tarafından yürütülmektedir.”28 Tunuslu toplum bilimci, tarih felsefecisi İbn Haldun, Eyyûbîlerin atası olan Şadi’den “Şadi el-Kürdî” diye söz etmektedir.29 İbn Haldun şu ifadelerle Selahaddin-i Eyyûbî’yi tanımlamaktadır: “Beşyüz yıl boyunca hilafet zayıflamış, bilhassa bu asrın sonunda zaafa duçar olmuştu, (…) Nihayet Selahaddin Eyyûbî Kürdî, Mısır ve Suriye mülkine müstakilen sahip oldu”.30 Turancılık faaliyetleri nedeniyle İnönü döneminde yargılanan, Ord.Prof. Zeki Velidi Togan (1890-1970), Selahaddin’in mensup olduğu ailenin Arap kökenli olduğu iddiasına istinaden, bu boyun önceleri Kürtleştiğini ve sonra da Türkleştiğini öne sürmektedir. 31 Togan, bu iddiasında Dr. Rıza Nur’a da atıfta bulunmaktadır. Togan’ın bir diğer kaynağı Kazanlı Nakşibendi şeyhi Muhammed Murad Remzi’dir. Remzi (1855-1934), bu alanda: “Telfîku’l–ahbâr ve telkîhu’l âsâr fî vakâi’i Kazân ve Bulgâr ve mülûki’t–Tatâr” adlı 2 ciltlik kitabını 1908’de Orenburg’da yayımlamıştır. Zeki Velidi Togan, Eyyûbîlerin Türklüğü üzerine Remzi’nin adı geçen kitabının I. cildine atıfta bulunmaktadır.32 Togan, İslam Ansiklopedisi Leiden tabının Azerbaycan maddesinde ise Balazurî’ye atfen “Araplar geldiği zaman, Balasagan sahrasındaki ahaliye akrad yani Kürtler denilmişti” demektedir.” IX. yüzyılda yaşayan İranlı tarihçi Ahmed bin Yahya Balazurî’nin “Fütuhu’l–Buldan” (Beldelerin Fethi) adlı ünlü bir kitabı bulunmaktadır. Balazurî, tarihsel bir kısım bilgileri bu kitabında bizlere aktarmaktadır. Öte yandan, XIII. yüzyılın biyografi ve tarih yazarı olan aslen Erbil’in Khallikan/Xallikan köyünden olan Şemseddîn İbn Khallikan, “Vefeyâtü’l–A’yân Fî Ebnâî Enbâi’z Zaman” adlı biyografi kitabında 855 biyografiye yer vermektedir. Khallikan’ın oğlu Musa asıllarının Hakkari yöresi Kürtlerinden olup güneye indiklerini öne sürmektedir. Khallikan da Selahaddin-i Eyyûbî’nin Duvin yöresindeki Revvadi Kürtlerinden oluşuna işaret etmektedir. Buna mukabil, Cumhuriyet döneminin ilk sağlık bakanı olan ve çok kısa bir süre de Maarif Vekili olarak görev ifa eden Dr. Rıza Nur (1879-1942) tarih metodolojisine uygun olmayan bir tarzda kaleme aldığı 14 ciltlik “Türk Tarihi” adlı çalışmasının 9. cildinde Eyyûbîlerin Kürtlüğü ve Türklüğü üzerine mevcut görüşleri değerlendirerek, birçok yerde kaynak belirtmeksizin, Eyyubilerin Türklüğünde karar kılmaktadır. 33 Prof. Ramazan Şeşen, Eyyûbîlerin etnik mensubiyetine dair Zeki Velidi Togan’a atfen benzer görüşleri ifade etmektedir. Bu bağlamda, Şeşen, Selahaddin’in melez bir aileden geldiği iddiasını da öne sürmektedir.34 Günümüz tarihçilerinden İlber Ortaylı, “1040’larda Kars bölgesinde Ani’ye hücum eden Kürt Beyi Şeddadi Abu’l Asvar’ın bölgede yerleştiği biliniyor” demektedir35. Osmanlı ülkesine iki kez gelen son Alman imparatoru ve Prusya kralı II. Wilhelm (1859-1941), ilk gelişinden 9 yıl sonra 1898’de tekrar İstanbul’u ziyaret etmiştir. Bu ikinci gelişinde Sultan Abdülhamid’in izniyle Şam’a giderek Selahaddin-i Eyyûbî’nin kabrini ziyaret etmiştir. 7 Kasım 1898 Pazartesi günü Şam’a giderken İstanbul’da top atışlarıyla ve askeri tören eşliğinde özel olarak tahsis edilen bir trenle uğurlanır. Bu ziyaretinde kendisine Şakir Paşa da refakat etmiştir. II.Wilhelm “Emeviye camiinde Selahaddin’i Eyyubi’nin mezarını ziyaret edip onun hatırasına bir ziyaret plaketi çaktırdı. Şam’da yöneticilerin, “hoşgeldiniz” söylevlerine cevap olarak meşhur nutkunu verdi; “Burada bütün zamanların en kahraman askeri Sultan Selâhaddin’in mezarı önündeyim. Majesteteleri Sultan Abdülhamit’e misafirperverliğinden dolayı teşekkür borçluyum. Gerek Majeste Sultan gerekse Halifesi olduğu dünyanın her tarafındaki 300 milyon müslüman bilsinler ki, Alman İmpatoru onların en iyi dostudur”. İmparator müslümanların koruyucusu (!) olduğunu böyle parlak bir şekilde açıklayarak gezinin asıl amacını sergiliyordu.”36 İlber Ortaylı bu olayı, Al Tibawi’nin açıklamalarına istinaden aktarmaktadır. 37 Kimi yazarlar, İslam Dünyasının aradığı hükümdarın Selâhaddin-i Eyyûbî olduğunu belirtmektedirler.38 Belgrad Üniversitesi ordinaryüs profesörlerinden Rus asıllı Sırp felsefeci, tarihçi ve Bizantolog Georgy Aleksandroviç Ostrogorsky (1902-1976), “Bizans Devleti Tarihi” adlı kitabında Selahaddin’in Orta Doğu’daki başarılarını anlatmaktadır: “Kutsal mezar yeniden Müslümanların eline düşmüştü. Mısır’dan hâkimiyetini Suriye’ye teşmil etmiş bulunan Salah ed-Din 1187 yılında Filistin’e dalmış, 4 temmuzda Hattin’de Lâtin savaş kuvvetlerini ağır bir bozguna uğratmış, kral Guy de Lusignan’ı esir etmiş ve iki ekimde Kudüs’e gitmişti. Batının en büyük hükümdarları, Friedrich I. Barbarossa, Philippe II. Auguste ve Arslan yürekli Richard haçı kabul ettiler. 1189 yazında, Macaristan üzerinden kara yolunu seçmiş olan Friedrich I. Balkan yarımadasına geldi. (…) Bizans hükûmeti kendisini, haçlıların en korkunç düşmanı olan Salah el-Din’in kollarına attı: Andronikos I. zamanında akdedilen, Alman ordusunun geçmesine engel olmak hükmünü hâvî ittifak anlaşmasını yenilediler. Böylece Bizans ile Alman imparatoru arasındaki ilişkiler en gergin noktasına ulaştı.”39 XX. yüzyılın ünlü Fransız Doğu bilimcisi Prof. Claude Cahen (1909-1991), Selahaddin’in güçlü kişilik yapısına dikkati çekmektedir : “Selahaddin Üçüncü Haçlı seferinde (Fransa kralı) Philip August ile (İngiltere kralı) Aslan Yürekli Richard’a karşı duran kişi olarak Avrupa’da tanınmıştır, bundan dolayı, ama herhalde daha çok da güçlü bir kişilik olduğu için, Nureddin sonraki nesillerin hatırasında onun gerisinde yer almıştır. (…) Mısır’da 1249’a, Halep’te 1260’a kadar egemenliklerini sürdüren Eyyûbîler, Selahaddin’in ölümünden (1193) sonra, barış içinde bir arada yaşama politikası gütmeye yöneldiler.”40 İngiliz asıllı Amerikalı tarihçi ve Orta Doğu uzmanı Bernard Lewis (1916-2018), “Tarihte Araplar” adlı kitabında Eyyûbîlerin yönetim tarzını da sorgulamaktadır: “Suriye’ye karşı bazı akınların yapılmasına rağmen Arap dünyasındaki Moğol istilâ hareketi merkezi İran’da bulunan Moğol devletine bağlanmış Irak ile sınırlanıyordu. Suriye ve Mısır bu bâdireden Eyyûbî idaresinden doğan yeni rejim sayesinde kurtuldu. Eyyûbîler her ne kadar köken itibarıyla Türk değilseler de Selçuklu idare tarzını benimsemişlerdi. İdareci sınıf Türk hassa birliklerinin oluşturduğu askerî otokrasi idi ve bunlar Eyyûbî hükümdarlarını bile kontrol edebiliyordu.”41 Bununla birlikte, tarihin her döneminde birtakım olumsuzluklar ya da yapılmasaydı daha hayra alamet olurdu denilebilecek olaylar vardır. Söz gelimi, Selahaddin döneminde Kahire’nin çevresinin surlarla çevrilmesi sürecinde, onun haberi olmadan veziri Karakuşi tarafından birçok Alevi camileri, mescitleri ve türbeleri yıktırıldı. Bu esnada, Alevi Fatımi hükümdarlarına bağlı ahali tepki gösterdi ve hoşnutsuzluklar belirdi. Mısır’a hükümran olan Selahaddin’in veziri Karakuşi bu yıkımlardan sorumlu tutularak halk arasında alay konusu edildi. Günümüze dek kalan “Karakuşi hükmü” deyimi zorla bir işin yapılmasına binaen telaffuz edilegeldi. Selahaddin döneminde olmasaydı daha hayırlara vesile olurdu diyebileceğimiz bir başka olay da filozof Sühreverdi’nin öldürülmesidir. Selahaddin’in oğlu Melikü’z-Zâhir, Sühreverdi’nin müridi idi. Anlatıldığına göre, tasavvufa ve Yunan filozoflarının görüşlerine meyleden ve İşrakiyyun denilen felsefe akımının kurucusu olan Sühreverdi, aslen İran’ın güney tarafında bulunan Sühreverd kasabasından geliyordu. Kur’an tefsiri de hazırlayan bu düşünüre karşı Halep kentinin Sunni din adamlarınca giderek yoğunlaşan bir tepki oluşuyordu. Zındıklık ve dinsizlikle suçlanan Sühreverdi’’nin ortadan kaldırılması için Halep kentinin Sunni din adamları Selahaddin-i Eyyûbî’ye mektuplar yazdılar. Oğlunun yoldan çıkarılacağına dikkati çektiler. Bu tepkiler toplu bir huzursuzluğa yol açtı, Halep kalesinde toplanan Sunni din adamları Sühreverdi’yi -ikiye karşı çoğunlukla- ölüme mahkûm ettiler. Katlinin vacip olduğuna karar verdiler. Selahaddin’in oğlu Zâhir, Sühreverdi’yi ortadan kaldırma yönünde bir girişimde bulunmayınca babasına tekrar mektuplar yazılarak bu yönde girişimlerde bulunması istendi. Oluşan bu ortam içinde bir gün Sühreverdi’nin öldürüldüğü ifade edildi. Ne şekilde ve kimler tarafından öldürüldüğü meçhul kalmıştır. Sühreverdi’nin, yazdığı bir kitabını tahta yeni geçen Artuklu emirine adaması da Eyyûbîler arasında hoşnutsuzluğa yol açmıştı.42 Eyyûbîlerin o sırada hem Artuklularla hem de Atabeklerle ilişkileri iyi değildi. O günlere ilişkin kaynakların da aktardığına göre, Haçlı seferleri sırasında Türkmenlerin büyük bir kesiminin Haçlılarla iş birliği yapması da bu hoşnutsuzluğu giderek arttırmıştı. Türkopol denilen bu unsurlar XV. yüzyılın ortalarında Fatih Sultan Mehmed ‘in İstanbul’u denetimi altına alması esnasında da Bizans’ın saflarında rol oynamıştır. Amerikan tarihçi Bernard Lewis, “Batı’da Selahaddin olarak tanınan Salah ed-Din adlı bir Kürt subayı Mısır’a gönderilerek hem Fatımiler’in veziri hem de Nureddin’in çıkarlarının temsilcisi oldu. Nureddin’in 1174’de ölümünden sonra Selahaddin, Müslüman Suriye’yi onun haleflerinin elinden alarak Haçlılara karşı 1187’deki cihada hazırladı. 1193’de öldüğünde Kudüs’ü ele geçirmiş, Haçlılar’ı dar bir kıyı şeridi dışında her yerden atmıştı. Haçlı devletlerinin bir yüzyıl dayanmaları ancak Suriye-Mısır İmparatorluğunun Selahaddin’in halefleri arasında bölünmesiyle mümkün oldu.”43 Selahaddin, yönetimi altındaki sufilere, mutasavvıflara birtakım meskenler ihsan ederek onların sema ve raks ritüellerine dayalı inançlarını icra etmelerini sağlamıştır. Anadolu’ya giden mutasavvıflar da Şam’dan, Halep’ten gidiyorlardı. Muhyiddin-i Arabî, Sadreddin-i Konevî, Mevlânâ, Akşemseddin buralarda eğitim görmüştü. Selahaddin zamanında Halep’te yalnızca Hanefiler için medreseler kurulmuştu.44 Bahâeddin İbn Şeddad (1145/Musul-1234/Halep) tarafından yazılan kısaca “En-Nevâridu’s-Sultâniyye” adlı kitapta Selahaddin-i Eyyûbî ve ailesine ilişkin bilgiler verilmektedir. İbn Şeddad, Selahaddin tarafından Kudüs kadılığı görevine getirilen ve ölümüne kadar onunla birlikte hareket eden aktif bir danışmanıydı. Eyyûbîlerin tarihine dair önemli kaynaklardan bir diğerini Hama kentinde doğan İbn Vâsıl (1208-1298) yazmıştır. Eyyûbîleri konu edinen “Müferricü’l-kürûb fi ahbâri Beni Eyyûb” adlı kitabı çeşitli dillere tercüme edilmiştir. Bu kitapta, başta İbn Hallikan olmak üzere İbn Şeddad, İbnü’l-Esir, İbnü’l-Ezrak gibi Orta Çağ tarih yazarlarının çalışmalarından da yararlanılmıştır. İbn Vâsıl, Selahaddin tarafından müderris olarak görevlendirilmiştir. Eyyûbîler devleti hakkında 1257 yılında yazılan ve günümüze kalan bir başka eser, XIII. yüzyılda yaşayan Muhammed bin İbrahim el-Hazrecî tarafından kaleme alınmıştır. Hazrecî’nin kitabı özgün şekliyle “Tarihu Devlet el-Ekrâd” (Kürt Devleti Tarihi) adını taşımaktadır. Bu kitabın üst küçük başlığının sonuna sonraları -Memluklardan da söz ettiği için- “ve’l-Etrak” (ve Türk) ifadesi eklenmiştir. Bu ifadenin kim tarafından ve ne zaman eklendiği belirsizdir. İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi 695 no’da kayıtlı bulunan bu yazma eserden Batılı kaynaklar da yararlanmıştır. Söz gelimi, Michigan Üniversitesi İslam tarihi profesörü Andrew Ehrenkreutz (1921-2008), Selahaddin-i Eyyûbî’yi anlattığı ve 1972 yılında New York’da yayımladığı “Saladin” adlı kitabında, el-Hazrecî’den de yararlanmış ve yukarıda sözünü ettiğimiz kaynağı “Ta’rikh Dawlat al-Akrād wa al-Atrak” adıyla belirtmiştir. Eyyûbîler tarihi üzerine aynı dönemde yazılmış olan birçok birinci derecede kitap yayımlanmıştır.
KAYNAKÇA
(1) C.H. Becker, “Eyyûbîler”, İslam Ansiklopedisi, Leiden tabı (MEB çev.), C.4, s.424.
(2) Sobernheim, “Salâh-ad-Din Eyyûbî”, İslam Ansiklopedisi, Leiden tabı (MEB çev.), C.10, s.109.
(3) Prof.Dr.C.E. Bosworth, “İslam Devletleri Tarihi”, Çev. E. Merçil, M. İpşirli; İstanbul 1980, s.78.
(4) Andrew Peacock, “Shaddadids”, Encyclopaedia Iranica.
(5) Journal of the Oriental Numismatic Society, 195, Spring 2008, s.5-6. Bu makalenin Türkçesi için bkz. Nevzat Keleş, “Şeddadi Emiri Aşot b. Şavur’a Ait Nadir Bir Sikke”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi”, Yıl: 2013, sy. 24 Bahar, s. 87-90.
(6) Alexander Akopyan, a.g.m.
(7) “İbnü’l-Esir” md. İslam Ansiklopedisi, Leiden tabı (MEB çev.)
(8) İbn el-Esir, İzzudin, “el-Kâmil fi’t-Tarih”, Beyrut 1966, C.XI, s. 138.
(9) Brockelmann, “Ebülfidâ” md. İslam Ansiklopedisi, Leiden tabı (MEB çev.)
(10) “Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162)”,
(11) V. Minorsky,“Prehistory of Saladin,Studies in Caucasian History”,III.Bl.,Cambridge 1953,s.124-125.
(12) Bilal Aksoy, “Tarihsel Değişim Sürecinde Tunceli”, C.I, Yorum Yay., Ankara 1985, s.148.
(13) Gregory Abû’l Farac (Bar Hebraeus), “Abû’l Farac Tarihi”, C.II, İngilizceden Türkçeye çeviren: Ömer Rıza Doğrul, TTK Yay., Ankara 1950, s.401.
(14) M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Anı Şehri Tarihi (1018-1236)”, Ankara 1982, s.49.
(15) İbn Havkal, “10. Asırda İslâm Coğrafyası”, terc. Ramazan Şeşen, İstanbul 2014, s.262.
(16) İbn Havkal, age, s.261.
(17) Gregory Abû’l Farac (Bar Hebraeus), age, C.II, s.464.
(18) Gregory Abû’l Farac (Bar Hebraeus), age, C.II, s.463, dp.1.
(19) Gregory Abû’l Farac (Bar Hebraeus), age, C.II, s.463.
(20) Ramazan Şeşen, “Kudüs Fatihi Selâhaddin Eyyûbî”, Yeditepe Yay., İstanbul 2016, s.210.
(21) Albert Champdor,“Saladin, Le Plus Héros de l’Islam”, Paris 1956; bk.’Eyyûbî hanedanlığı‘ bölümü.
(22) Carole Hillenbrand, “Müslümanların Gözünden Haçlı Seferleri”, çev. Nurettin Elhüseyni, Alfa Yay., 1.bs., İstanbul Mayıs 2015, s.471.
(23) Philip K. Hitti, “İslam Tarihi”, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, C.II, s. 1038.
(24) E. De Zambaur, “Manuel de Généalogie pour et de Chronologie pour l’histoire de l’Islam”, Hanovre 1927, s.184-185.
(25) S.A. Kasravi Tabrizi, “Şahriyaran-i Gum’nâm”, Tahran 1930, C.III, s.53-54.
(26) Şemseddin Sami, “Kamûsu’l-a’lâm”, C.V, İstanbul 1314/1896, s.2964.
(27) Namık Kemal, “Evrâk-ı Perişân”, Matbaa-i Osmaniye, Konstantiniyye 1301, s.58-60.
(28) İbn Haldun, “Mukaddime”, Frida Yay., İstanbul 2010, s.212.
(29) Abdurrahman B. Haldun, “Tarihu İbn Haldun”, I-VIII, Haz. Şahhade ve Süheyil Zekkâr, Dârü’l- Fikr, Beyrut 2000, C.V, s.289. Akt. Abdülhalim Oflaz, “Eyyûbî Ailesinin İlk Dönem Tarihleri”, Iğdır Üni. İlahiyat Fak. Derg. Sy.7, Nisan 2016, s.37-60.
(30) İbn Haldun, “Mukaddime” 2, Haz. Süleymen Uludağ, dergâh yay., 6. Baskı, Ekim 2009, s.646.
(31) Zeki Velidi Togan, “Umumî Türk Tarihine Giriş”, Enderun Kitabevi, İstanbul 1981, s.179.
(32) Muhammed Murad Remzi, “Telfîku’l-ahbâr ve telkîhu’l âsâr fi vakâi’i Kazân ve Bulgâr ve mülûki’t-Tatâr”, Orenburg 1908, C.I, s.252-253.
(33) Rıza Nur, “Türk Tarihi”, Haz. E. Kılıç, Toker Yay., İstanbul 1980, s.195 vd.
(34) Ramazan Şeşen, “Salâhaddin Eyyûbî ve Devlet”, Çağ Yay., İstanbul 1987, s.9-10.
(35) İlber Ortaylı, “Türklerin Tarihi”, Timaş Yay., 1.bs, İstanbul Mart 2015, s.148.
(36) İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu”, Ankara 1981, s.53-54.
(37) Al Tibawi, “A Modern History of Syria”, MacMillan St Martinis Press, Edinburgh 1969, s. 193-194.
(38) Mehmed Murad, “Muhtasar târih-i umûmî”, İstanbul 1310, s. 208.
(39) Georg Ostrogorsky,“Bizans Devleti Tarihi”,çev.Prof.Dr.Fikret Işıltan,TTK Yay., 4.bs., Ank.1995, s.376-377.
(40) Claude Cahen,“İslamiyet“, çev. E.M.Erendor, Bilgi Yay., Ankara 1990, s.244-245.
(41) Bernard Lewis, “Tarihte Araplar”, Anka Yay., İstanbul 2001, s.208.
(42) İlhan Kutluer, “Sühreverdî, Maktûl” md. Diyanet İslam Ansiklopedisi.
(43) Bernard Lewis, “Ortadoğu”, Yeni Binyıl, çev. Mehmet Harmancı, tarih ve yer yok, s.72.
(44) Ramazan Şeşen, “Salâhaddin Eyyûbî ve Devlet”, Çağ Yay., İstanbul 1987, s.327.